My Motto

Be compassionate to the needy, Neither squander wealth nor hoard it. Never lose your sense of shame, if questions are asked of you, answer them frankly but do not ask too many yourself. Be manly and of good cheer. Never kill a foe who is begging for mercy and be ever loyal in love

Own your own way

Do Not Go Where The Path May Lead, Go Instead Where There Is No Path And LEAVE a TRAIL ....
By R. Waldo Emerson

Saturday, August 3, 2013

Bir Kalbin İçinde Ağlıyor Aşk

Based on a true story.... but whose?



                                                     Bir Kalbin İçinde Ağlıyor Aşk
Günün birinde sonradan dersine girmemi yanlış anlayan ve arkamdan atıp tutan fakat değer verdiğim bir edebiyat öğretmeni derste şöyle söylemişti "İnsanın aklındakileri kağıda dökmesi kadar zor çok az şey vardır". Ne kadar da haklı, şöyle bi sıksan kafamdan milyonlarca sözcük, cümle akar ama gel gör ki şu klavyenin başına geçince nedense herbiri sanki bana küsmüşcesine bir yerlere saklanmışlar tıpkı Elif Şafak'ın Siyah Süt kitabında kendisinin bile bulamadığı kapıların ardındaymışlar gibi. Yazılacak, söylenecek daha doğrusu itiraf edilecek o kadar çok şey var ki insanın içinden yazmak değil bir kayıt cihazı alıp aklındakileri oraya dökmek istiyor içini ama benim burda az sonra yapacağım şey her zaman yaptığım ve bundan sonrada yapacağım gibi kendime yalan söyleyip, yüzüme gülen adam maskesini takıp sokağa çıkmak ve yatarken bile eşim görmesin diye maskeyi göğsümü açıp yüreğimin derinlerine koymak olacak nasılsa oraya bakmak hiç kimsenin aklına gelmiyor - benden iyi oyuncu olur. Dışardan bakılınca artık nasıl bir görüntü veriyorsak milyoner sanılıyorum sanırım, sanırım insanlar gece gündüz çalışmam sonunda elime geçen paralardan bir yatak yaptırdığımı ve para içinde yüzdüğümü düşünüyorlar. İnsanın sahip olması gereken ama gerçekten sahip olması gereken sadece ve sadece gerçek bir ailedir. Karındaş oldukların senelerce aynı kaba ekmek bandırdıkların aynı sobanın başında soğuktan donan ellerini birlikte ısıttıkların, nasıl bir geçmişten bu günlere geldiğimizi bilenler bile maddi çıkarlar uğruna sana sırt dünüyorsa neden diğerleri seni sırtından hançerlemesin? Şimdi hangi şartlar altında karşındakine güveneceksin, nasıl kendini sevdiklerini emanet edeceksin? Bazen babama çok kızıyorum düşünüyorumda aslında hepsi onun şuçu: öğretmeseydş keşke dürüstlük nedir, haram nedir, kul haklı nedir diye belki o zaman bu kadar acı çekmez bana yapılanlara muadiliyle cevap verebilir ve bir gram vicdan azabı çekmezdim. Ahhh babacığım keşke daha az çalışsaydın da çocuklarına kardeşliğin ne olduğunu öğretseydin keşke zamanında günlerce kuru ekmek yeseydikte şimdi birbirimizi yemeseydik. Duyuyorum maalesef bazen o birşeyler söylüyormuş, benim Amerikaya gitmemden bile rahatsız olmuş meğersem ne olurdu sanki bana sorsaydın da ben söyleseydim sana işin aslını biz aynı rahmi paylaşmadık mı? Bu kadar mı etkiler el oğlu fikirlerini ne olurdu sanki bi kere de beni dinleseydin hiçbirinin senin duyduğun yada inandığın gibi olmadığını söyletseydin keşke telefonu yüzüme kapatmayıp açıklamama izin verseydin. Bir atasözü var "Yemediğin ot başında bitermiş" ömrüm boyunca yaşamak istemediğim olayların başında gelirdi karındaşlarmla mal derdine düşmek ama onu da yaşadım Allah'ım biliyorum beni böyle sınıyorsun ama artık dayanamıyorum alın diyorum almıyorlar bırakın beni diyorum gitmek istiyorum diyorum bırakmıyolar peki ama neden böyle yapıyorlar. Artık yavaş yavaş inandıklarımı da kaybetmeye başlıyorum korkuyorum ki sonunda isyankar olacağım ki o en beteri. Çekip gitmek istiyorum buralardan Yeni Zelandaya başvurdum göçmen vizesi için çünkü harita İngilizce konuşulan en uzak yer orasıydı gidişi olsun ama dönüşü olmasın diye ama o umutlarım da diğerleri gibi tıpkı yıkılan gençliğim gibi kayboldu gitti; reddedildim. Ben herkesi hala seviyorum hala hüsn-i zanetmeye devam ediyorum. Öğretmenliğin bana öğrettiği birşey varsa eğer o da insanları tamamen farklı bireyler olarak kabul etmek ve yaptıklarını bi bildikleri vardır ondan yapıyorlardır diye düşünmemdir. Ben evlendim canımla Dolunay Yüzlümle evlendim ama şimdi bazen düşünüyordum da ben evlenmemişim sadece sevgilimle resmiyet doğrultusunda eve çıkmışım. Kimseden bana hizmet etmesini beklediğim yok kimsenin hele hele eşimin bana hizmetçilik yapmasını beklemiyorum ama arada sırada da olsa evde sıcak bir çorba içmek istiyorum bu eve akşam 11 giriyorsam o evdekini daha rahat ettirmek için 2 işte çalışıyorsam akşam nedir haftasonu nedir diye bilmeden çabalıyorsam bi kase sıcak çorbayı, ütülenmiş bir gömleği hakettiğimi düşünüyorum fakat elime geçen şey ise sadece onlar bize gelince herşeyin onlara seferber edilmesi sadece o zaman sıcak yemek görmek, sohbet etmek. Karşılaştırsak eğer eski benle yeni beni teşbihte hata olmaz derler vakaa eski ben Osmanlının Yavuz'un saltanat dönemiyse yeni ben ise Kurtuluş mücadelisi veren devletsiz Türk milletidir. Eski ben sıcak yemek hasreti çekmez, ütüsü söylemeden yapılır, binbir borç içinde olmayan, karındaşlarınla mal kavgasına düşmemiş en önemlisi huzuru, yüzünde gülümsemesi olan göbeksiz :) bir bendi. Yeni ben ise evde yemeğe hasret pazardan aldıkları çürüdükleri için atılan, öğrenci evi hayatı yaşayan, ailesine yalan söylemek zorunda kalan * -evet anne, çok iyiyiz hiçbir sıkıntımız yok Allaha şükür-, boyundan büyük borcu sırtında taşıyan ama bir teşekkür bile edilmeyen göbekli, en acısı da huzursuz gülmeyi unutmuş bir ben. Hep derlerdi de hadi ordan derdim "ne kadar sıkıntın olursa olsun eve gidip ufaklığın o gülen yüzünü görünce hiç bir sıkıntı kalmıyo" gerçektende doğruymuş, ne de güzel dünyalar tatlısı bir kızım var Almila'm canım Wall-E filminde pis dünyada hayat için yeni bir umut veren o küçük bitki gibi bana hayatta yeni, güzel şeylerin de varolabileceğini kanıtlayan o minik iki dişli şimdilik yürüyemeyen bebek benim bebeğim benim Cesur Yeni Dünyam. 2004 yılıydı bu serüvene başladığımız zaman, ta o zamandan beri acaba 1000 i geçmiş midir alıp başımı gidicem, ayrılmak istiyorum bunaldım ben .... daha falan filan zırvalar, en sonuncusunu alalı 24 saat olmadı ama bu sefer biraz farklı cevabım tamam oldu nasıl istiyorsan öyle olsun canın ne istiyorsa onu yap keyfin bilir, tamam zaten hiç gelmedin ki gidesin kal olduğun yerde ama artık üzme geliyorsan gel yoksa sus otur kapa çenini artık yeter, kızımı ver yeter ne istiyorsan al ama yeter ki sus ve ne yapacaksan yap. Ben bu Shakespeare tiyatrosunda iyi ve salak adam olmaktan sıkıldım anlıyor musun? Bak Othelloya sonu oldu görmedin mi Romeo'yu sevdilerde ne geçti ellerine hepsi öldü sevdikleri uğruna. Ne kadar da çok uğraşsan sonunda ölüm var ve kimin için öldüğün önemli. Shakespeare'ninkiler hepsi bok yoluna gitti, artık gerçek aşkı o gözardı edilen aşkı bulma vaktidir, Şems'in Mevlanın bulduğu onlar kadar olmasa bile en azından o olda olma vaktidir. Vakit O'nunla olma vaktidir.

Monday, June 24, 2013

Eda Alabuga, The precious

She really made me feel that I am a teacher, Thank you so much my dear. There is a lot to say about her but I think this is enough: I am such a lucky teacher to have such a student.

Friday, March 15, 2013

Aşk Nedir?


Kainat var oldu olalı süregelmiştir aşk. Belki tüm sanat eserleri aşk üzerine var olmuştur. Nice şairler mısralarla anlatmıştır, nice ressamlar tuvallerinde fırça darbeleriyle anlatmak istemiştir ve nice müzisyenler melodilerinde haykırmak istemiştir aşkı. Peki nedir bu tüm kainatı yöneten üç harfli illet?
            Aşk kimine göre en acı, kimine göre en güzel hatta kimine göre en asil duygudur. Kimileri derki çaresi bulunamayan bir hastalıktır aşk. Bazıları da inkâr eder  ‘’yok öyle bir şey seversin kavuşamazsın adı aşk olur’’ derler. Tıpkı parmak izine benzer bence aşk her birimiz farklı yaşarız, farklı düşünürüz ve anlatırız o kelimeyi. Bana göre tıpkı rüzgâr gibidir aşk. Kimi zaman ılık eser içinizi huzur kaplar, kimi zaman sert eser benliğinizi sarsar, kimi zaman ise tıpkı Sahra çöllerinde eser gibi yakar içinizi. Rüzgârdır aşk; elle tutulmaz, gözle görülmez yalnızca hissedilir. Her mevsimde farklı esen bu rüzgâr çocukluğumuzda başka, gençliğimizde başka başkadır. Tarihte nice aşklar vardır adına destanlar yazılmış. Leylalar, Mecnunlar, Keremler, Aslılar... Hazan esmiştir onlara rüzgâr. Aşkın en acı vereni de sevip de kavuşamamak olsa gerek. Tabi bir de bu durumlar var; sevip de kavuşamamak, karşılıksız sevip-sevilmek, sevdiğine kavuşmak için beklemek. Her biri farklı hissettirir insanı, tüm düşünceleri anlarım, her şeyi kabullenirim ama niye inkâr ederler aşkı? Var işte görmüyor musunuz? Siz daha aşık olamamışsınız diye çöpe mi gidecek onca aşk şarkıları, şiirleri, destanları, resimleri? Eğer aşk yoksa neye ağlıyor bu insanlar? Niye aşığım dediği insana bir başka bakıyor ya da onu görünce neden gözleri parlıyor? İnkâr edilemez ilahi bir duygudur aşk. Âdem ile Havva’dan beri süregelir. Zaten onun ismi zikredilince kalbinizin sahibi sanki siz değilmişsiniz gibi kontrol edemiyorsanız, yanınızda ondan bahsedildiğinde yüzünüz sizden habersiz mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyorsa utanıp çekiniyorsanız, her şarkı ona yazılmış, her şiirde anlatılan o, kokusu burnunuzdan sureti beyninizden kahkahası kulağınızdan çıkmıyorsa, özlemi çekilmez bir hal almış durumdaysa, onsuz saatlere dönen dakikalar onunla su gibi akıp geçiyorsa, içtiği suyu kıskanıyor ve bunu içinize atıyorsanız,kaybetme korkusu kavuşma sevincinden ağır basıyorsa geçmiş olsun. Çoktan birileri kalbinize yerleşmiş bile ama asla aştan korkmayın…
Aşktan değil, onun kaçmasından korkun ve doğruluğuna yanlışlığına bakmadan sonuna kadar savunun aşkınızı. Biliyor musunuz, hayat zaten düşünmek için çok kısa, bu kısa zaman dilimi içerisinde tadılması gereken yegâne duygu aşk. Bence ona haksızlık etmeyin. Aşkınıza size aşık olana sahip çıkın ve onu kaybetmemeye çalışın. ''SENİ SEVİYORUM demek için geç kalmayın. Sevgiyle kalın…
            


Wednesday, January 23, 2013

Worthy to be published


















Taşlıcalı Yahya Bey



Sun kadehi saki bana mestane desinler, 
Uslanmadi gitti gör o divane desinler.

Kadehini burada doldurmada her kişi 
Bundan böyle bu meclise meyhane desinler. 

Gönül evini yık koma taş üstüne taş 
Sen yap onu eller ona virane desinler. 

Gönlünde başkasının süreti neye yarar 
Reva mıdır Kabe'ye puthane desinler. 

Yahya'nın sözleri hep olsun da bir aşk sırrı 
Dostlar duyup başkasına söyleme desinler.


Taşlıcalı Yahya Bey

Thursday, January 10, 2013

ERG Theory


ERG Theory

Adelfer divides human necessities into three main groups; existence, relatedness, growth. The necessity of existence includes the fundamental necessities that these are the necessities which Maslow calls physiologic necessities and security necessities. The quittance of this can be fee, bonus, workplace environment, and social security at working life. The necessity of belonging includes a person’s necessity of being together and having social relationships with others. And these are similar to the necessities that Maslow calls as social necessities and prestige necessities. These are related to the feelings of friendship at work and sharing. The necessity of growth refers to self-fulfillment necessity in Maslow’s theory. This is related to having the chance of being creative at work and developing himself. Unlike Maslow’s, in this theory there is no ordering and strict limitation between necessities. The necessity of a person can be come out without following any orders and more than one necessity group can be triggering. According to Adelfer, if the necessities of a person are not met, they will turn back to former necessities. Adelfer added the notion withdrawal – the disappointment that emerges because of nonsatisfaction- to idea “satisfaction, progress” that Maslow say a person goes into upper level after satisfaction. For example; a person whose growth necessity is not met becomes disappointed and as a result of this there occurs an increase at the necessity of belonging. If the necessity of belonging is met, they feel to develop again. One of the notions that Adelfer brings is the separation of necessities perpetually and periodically. The perpetual one as it is understood from its name are the ones that motivate people. For example; the necessity of success.  The periodic ones come out sporadically and they lose their motivating feature as soon as they are satisfied. For example, the necessity of eating. (Baysal, 1996, s. 115)

Child and Child Literature


                                                       
                                                       SUMMARY OF COURSES
Course 1:  Child and Child Literature
Child perception, as it is accepted throughout the world, is bound to accept each child as miniature adults in Turkey, too. However, this perception has started to change in 19th and 20th centuries when serious studies were done about education and child psychology.  The increasing number of schools has accelerated this growth. Child Literature also started to appear during this period. According to UN child right agreement everybody till 18 years is accepted as child. Child Literature is defined such a literature that focuses the sense and thought by considering child`s understanding and comprehension level in adolescence period of child.  The early samples of Child Literature in Turkey of which early samples started to be written in Europe in 19th century started with translation in reform period of Ottoman Empire and then written samples were published.
Course 2: Child Literature in Reform and Constitutional Monarch Periods in Turkey
Child Literature in Turkey, of which early samples were written with the translation in reform period, accelerated its development in constitutional monarch period.  The reason of this is that the politicians of that period gave importance to education thereby children and Child Literature. Many famous child classics were translated during that period between 1908-1918. Over fifty child magazines and newspapers were published. Also, original child books started to be published in the period which the writers and scholars of the country began to have sensitivity about the importance of child education and literature. Child theatre studies also started in this period.
Course 3: Child Literature in Turkey During the Republic Era
Child Literature had a new stage after the foundation of the republic. Child Literature was used as a device to teach the new regime`s principals to the children. This period can be named as didactical period. Child Literature had another different stage under the affects of political and social conditions after the period which lasted till 1960s. Hundreds of child books that especially have left winked ideology were published in that period. The Child Literature in that period, that we can name it as an ideological period, tried to direct  children according to writers` point of view. 1980 military coup brought more conservative and apolitical status to country. In one hand Child Literature had a religious/ conservative way, on the other hand a new writer community who just wrote for children appeared. While the domination of child classics in this period that we can name it as poetic, qualified and original child literature works leaped out. Yalvaç Ural, Mustafa Ruhi Şirin, Gülçin Alpöge, Gülten Dayıoğlu, Fatih Erdoğan, Aytül Akal, Mavisel Yener, Mevlana İdris can be accepted today`s child literature writers.
Course -4: Turkish Literature from Reform Period to Republic
Turkish Literature had a new stage with reform period in 1839. Turkish Literature met many new genres like novel, fiction, theatre. In the new period that started with translation studies, Turkish literature turned into a brand new literature that contains qualified and original works.  While Turkish literature, which was defined as a literature of distinguished community with certain symbols in poetry, was changing, the basis of the modern poetry laid a foundation until 1923 when the republic was declared. Fiction; it was necessary to wait for the end of 19th century to read the early products of the fiction that just entered Turkish literature then. At the beginning of 1900s especially Ömer Seyfettin`s  fictions, which are widely read today,  still take attention. Novel genre samples that just entered Turkish Literature still exists with original works despite the technical troubles encountered. In the first quarter of 20th century, western style novel works started to appear.
Course-5; Modern Turkish Literature
The declaration of republic and starting to use the new alphabet in 1928 are the important effects on Turkish literature. In this period, qualified and original works started to appear in both poetry and fiction genre or in novel genre. Ideological and political oppositions were started to be seen in literature too as it was seen almost in every field of live especially since 1960s. After 1980 military coup, writers and scholars who were in self questioning began to change from art for people writer to art for art writer. These are the outstanding literatures; 

Poetry; Orhan Veli, Nazım Hikmet, Turgut Uyar, Necip Fazıl, İsmet Özel, Cemal Süreya ve Sezai Karakoç.
Fiction; Sait Faik, Refik Halit, Sabahattin Ali, Tarık Buğra, Memduh Şevket, Mustafa Kutlu, Nazlı Eray, Selim İleri.
Novel; Halit Ziya, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edip, Peyami Safa, Ahmet Hamdi, Kemal Tahir, Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu, Nazlı Eray, İnci Aral, Orhan Pamuk, Selim İleri.



DERS ÖZETLERİ
Ders–1: Çocuk ve Çocuk Edebiyatı
Çocuk algısı, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de öncelikle çocukları birer minyatür yetişkin olarak görmeye dayanır. Ancak bu algı, eğitim ve çocuk psikolojisi ile ilgili ciddi çalışmaların yapıldığı 19. ve 20. yüzyılda değişmeye başlar. Okullaşmanın artışı da bu gelişimi hızlandırır. Çocuk edebiyatının ortaya çıkışı da bu gelişimle paraleldir. BM Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır. Çocuk edebiyatı ise, gelişim sürecindeki çocuğun anlama ve kavrama düzeyini dikkate alarak duygu ve düşünce dünyasına seslenen edebiyat olarak tanımlanmaktadır. Avrupa’da 19. yüzyılda ilk örnekleri verilmeye başlayan çocuk edebiyatının Türkiye’deki ilk örnekleri ise Tanzimat döneminde çeviriyle başlamış, daha sonra telif eserler de verilmiştir.

Ders–2: Türkiye’de Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Çocuk Edebiyatı
Tanzimat Döneminde çeviriyle ilk örnekleri verilen Türkiye’deki çocuk edebiyatı, Meşrutiyet döneminde gelişmesini hızlandırır. Bunda o dönemin yöneticilerinin ülkenin kötüye doğru gidişinin çözümü olarak eğitime dolayısıyla çocuğa ve çocuk edebiyatına önem vermeye başlamasının etkisi vardır. 1908-1918 arasını kapsayan bu dönemde birçok ünlü çocuk klasiğinin çevirisi yapılır. 50 civarında fazla çocuk dergisi ve gazetesi yayımlanır. Ülkenin yazar ve aydınlarının çocuk eğitimi ve edebiyatının önemi konusunda bir duyarlılık kazandığı bu dönemde ayrıca özgün çocuk kitapları da yayımlanmaya başlanır. Türkiye’de çocuk tiyatrosu çalışmaları da bu dönemde başlar.

Ders–3: Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Çocuk Edebiyatı
Cumhuriyet’in 1923’te ilanıyla çocuk edebiyatı yeni bir evreye girer. Bu dönemde çocuk edebiyatı yeni rejimin ilkelerinin çocuklara benimsetilmesi için bir araç konumundadır. Bu dönem didaktik dönem olarak da adlandırılabilir. 1960’lara kadar süren bu dönemin ardından Türkiye’deki siyasal ve ekonomik şartların da etkisiyle çocuk edebiyatı yeni bir evreye girer. Bu dönemde özellikle sol ideolojiyi yansıtan yüzlerce çocuk kitabı yayınlanır. İdeolojik dönem olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde çocuk edebiyatı çocukları yazarların dünya görüşü doğrultusunda yönlendirme amaçlıdır. 1980 askerî müdahalesi beraberinde ülkede bir muhafazakârlık ve apolitik bir yapılandırmayı getirir. Bu dönemde çocuk edebiyatı bir yandan dinî/muhafazakâr bir kolda ilerlerken, bir yandan da sadece çocuklar için yazan nitelikli çocuk yazarları kuşağı yetişir. Poetik dönem olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde çocuk klasiklerinin egemenliği sürerken, nitelikli ve özgün çocuk yayınları da göze çarpar. Günümüz Türk çocuk yazarları arasında; Yalvaç Ural, Mustafa Ruhi Şirin, Gülçin Alpöge, Gülten Dayıoğlu, Fatih Erdoğan, Aytül Akal, Mavisel Yener, Mevlana İdris sayılabilir.

Ders–4: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk Edebiyatı
Türk edebiyatı 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanının ilanıyla yeni bir yola girmiştir. Bu dönemde Türk edebiyatı roman, hikâye, tiyatro gibi birçok yeni türle tanışmıştır. Önce çeviri faaliyetleriyle başlayan bu yeni dönemde, özgün örneklerin verilmesiyle Türk edebiyatı kısa zamanda nitelikli eserlerin yer aldığı bir edebiyat haline gelmiştir. Şiirde; daha önce belirli sembollere dayalı bir seçkin zümre edebiyatı olarak dikkat çeken Türk edebiyatı, dönemlere göre sanat ve estetik anlayışı değişmekle beraber, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923’e kadar modern bir şiirin temelleri atılır. Hikâye türünde; Türk edebiyatına yeni giren bir tür olan hikâyenin ilk örneklerini görebilmek için 19.yüzyılın sonlarını beklemek gerekecektir. 1900’lü yılların başlarında ise özellikle Ömer Seyfettin’in bugün de hala ilgiyle okunan hikâyeleri dikkat çeker. Türk edebiyatına yeni giren türlerden birisi olan roman türünde ise, çeviriyle başlayan ilk örnekler, daha sonra teknik açıdan taşıdığı birçok sıkıntıya rağmen verilen özgün örneklerle varlığını sürdürür. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Batılı anlamda nitelikli roman örnekleri görülmeye başlanır.

Ders–5: Çağdaş Türk Edebiyatı
Cumhuriyet’in ilanı ve 1928’de yeni alfabenin kullanılmaya başlanması Türk edebiyatını etkileyen önemli olaylardır. Bu dönemde gerek şiirde, gerek hikâyede, gerekse romanda özgün ve nitelikli edebiyat ürünlerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Özellikle 1960’lı yıllardan itibaren hayatın her alanında kendini gösteren ideolojik/siyasî kamplaşmalar edebiyatta da kendini gösterir. 1980 askerî müdahalesinin etkisiyle başlayan yazar ve düşünürlerdeki içe kapanma ve hesaplaşma, beraberinde “yol gösterici, toplumu aydınlatıcı” yazar tipinden estetik ve sanatsal kaygılarla eser veren sanatçı tipine doğru bir değişimi getirir. Bu dönemde öne çıkan edebiyatçılar şunlardır.
Şiirde; Orhan Veli, Nazım Hikmet, Turgut Uyar, Necip Fazıl, İsmet Özel, Cemal Süreya ve Sezai Karakoç.
Hikâyede; Sait Faik, Refik Halit, Sabahattin Ali, Tarık Buğra, Memduh Şevket, Mustafa Kutlu, Nazlı Eray, Selim İleri.
Romanda; Halit Ziya, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edip, Peyami Safa, Ahmet Hamdi, Kemal Tahir, Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu, Nazlı Eray, İnci Aral, Orhan Pamuk, Selim İleri.



THE SELF SUFFICIENCY PERCEPTION OF THE TURKISH TEACHER CANDIDATES ON USING CREATIVE DRAMA METHOD



THE SELF SUFFICIENCY PERCEPTION OF THE TURKISH TEACHER CANDIDATES ON USING CREATIVE DRAMA METHOD
Turkish lesson, besides giving basic language skills to the students, is a course that aims to make students construct new gaining to their experiences, produce alternative and creative solutions to the problems they encounter, reach the conscious and courage to work together in a group, join the activity of production and discussion, use different research methods and techniques, understand the incidents and the situations right from their own experiences and gain a interdisciplinary point of view (MEB, 2006). Various methods and techniques are used to make students gain these skills at Turkish lessons by the teachers. One of the most important of these is drama method which gradually gains wide currency as a teaching method at every steps of formal education, at non-formal education and at courses (Can, Cantürk Gürhan, 2009: 35).
To use creative drama method effectively at courses, Teachers and teacher candidates are supposed to have high self sufficiency perception on doing drama method as well as having sufficient information about it because teacher behaviors affect students` learning and success (Açıkgöz Ün, 2003).  At creative drama method, a patient, fair, sensitive, teacher who gains the confidence of the students, respects and appreciates people, whose observation power and senses are advanced, who can use his/her practical mind and has high energy, responsibility sense and experience and richness on his/her field, believes in research and who is in social-cultural-artistic life are needed (Tekerek, 2007: 193).
Having enough information on that method of a teacher will help him/her to perform this method in the best way. Thus Turkish teachers graduate from university with sufficient information on this subject by taking both Özel Öğretim Yöntemleri I-II (Private Teaching Methods) and Theatre and Drama Practices Course during their undergraduate educations. It is thought that these gained experiences and sufficient information will provide benefits to the teachers while they are doing their jobs. Therefore, the self sufficiency perception of the Turkish teacher candidates on using creative drama method is desired to be determined in this study.
This study was done at browsing model of descriptive researches. The research group is consisted of 112 fourth grade students of Turkish Teaching Department at Fatih Teaching Faculty of Karadeniz (Black Sea) Technical University in 2011-2012 education terms. “The self-sufficiency scale on using creative drama method” which was built up by Can ve Cantürk-Günhan (2009) was used as data collecting device in this study. The scale consist of 47 questions and the type is 5 point likert scale. Cronbach alfa reliability coefficient of the scale is calculated 0, 96. The data that has been taken from teacher candidates has been analyzed by using average, standard deviation, percentage among statistics techniques at SPSS 16 package program.
It is seen that teacher candidates have sufficiency at “I completely agree” level in terms of making the courses funnier and using them more effective, developing students` communication skills and their attitudes to the course positively, relating the course with daily life, making students have tendency into group work and being challenger, showing students different point of views. It is also determined that teacher candidates have sufficiency at “I completely agree” level for the cases of “developing my emphatic skills, increasing my self confidence, I do not know what to do when I encounter a problem while using the method”.
It is seen in answers of the teachers that teacher candidates have sufficiency at “I strongly agree” level and Turkish teacher candidates can achieve these things using creative drama methods; they can provide students to learn by experiencing and develop students` emphatic skills, make them know themselves, develop their imaginations, let them think critically and become at peace with himself/herself, encourage students to think creatively and get in touch with the students however it is also seen that teachers answer the questions at “I strongly agree” level for negative cases that they are in difficulty at making students active during the class and they cannot awake curiosity on students and develop students` evaluation skills and cannot use the method effectively.
It is seen that Turkish teacher candidates have sufficiency at “I reasonably agree” level with creative drama method for the students in terms of solving students` problems easily, making them brave and do reasonable deductions, giving them the hope to look for a better future and linking the course with other disciplines; and for themselves, they also have sufficiency at “I reasonably agree” level with creative drama in terms of developing their own imaginations and creatively thinking skills, increasing their question skills, knowing themselves and having different point of views however they are also at “I reasonably agree” level in terms of not leading students to research, not preventing students to memorize, not increasing their motivation level, not evaluating them easily and thinking that they would have difficulty at performing the method.
It Is seen that Turkish teacher candidates have sufficiency at “I slightly agree” level with creative drama method in terms of creating a relationship between preliminary information and new information, making the students love the course and using the as a device at teaching process. Teachers also select “I slightly agree” choice for themselves about their relationship with other people who deal with different disciplines. It is seen that Turkish teacher candidates are at “I do not agree” level which means that they do not have sufficiency on this subjects: they cannot increase students` successes and self confidence; teachers cannot lead students to find the information on their own. Also with creative drama method, teachers don’t have sufficiency for themselves on solving the problems easily. The self sufficiency of Turkish teacher candidates on using creative drama method is wanted to be determined in this study. In the study that was done for this aim, it has been determined that Turkish teacher candidates have self sufficiency “I reasonably agree” level on using creative drama method. It can be said that teachers feel they are not completely ready to use creative drama method although they are about to graduate and take Özel Öğretim Yöntemleri I-II (Private Teaching Methods) and Theatre and Drama Practices Course. Maden (2010) also determined that the self sufficiencies of the teachers are generally at “I reasonably agree” level in this study that he conducted among the Turkish teachers who work at government schools. That`s why it can be said that the self sufficiency perceptions of Turkish teacher candidates and Turkish teachers on using creative drama method are close to each other. Çetingöz (2012), who conducted the similar study on preschool education teachers, determined that the self confidences of preschool education teachers on using creative drama method are at good levels. It can be shown as the reason of this that courses are full of games and drama at Preschool Education Program.
These recommendations have been presented as a result of this study: generally all the methods and the techniques at all courses privately creative drama method should be applied more practically not just theoretically. Several activities should be conducted by National Education Ministry and the ministry tries to make the entire teacher equipped with sufficient knowledge and skills. Creative drama courses should be opened at universities and the chance to meet and benefit the experts of creative drama should be given to teacher candidates. Creative drama method is a method which is used in other courses not just in Turkish courses. For this reason, besides Turkish teacher candidates, the self sufficiency of other disciplinary teacher candidates on using creative drama method can be researched. This study is limited with just Karadeniz (Black Sea) Technical University. The sufficiency perception of teacher candidates at other universities on using creative drama method can be analyzed.  


TÜRKÇE ÖĞRETMENİ ADAYLARININ YARATICI DRAMA YÖNTEMİNİ KULLANMAYA YÖNELİK ÖZ YETERLİK ALGILARI
Türkçe dersi, öğrencilere temel dil becerilerini kazandırmanın yanı sıra edindikleri birikimler üzerine yenilerini inşa etmelerini, karşılaştıkları sorunlara alternatif ve yaratıcı çözümler üretmelerini, bir grup içerisinde birlikte çalışma bilinç ve cesaretine ulaşmalarını, üretme ve tartışma etkinliklerine katılmalarını, farklı araştırma yöntem ve tekniklerini kullanmalarını, olay ve durumları kendi deneyimlerinden hareketle doğru olarak anlamalarını ve disiplinler arası bir bakış kazandırmayı da amaçlayan bir derstir (MEB, 2006: 2). Türkçe derslerinde öğretmenler tarafından öğrencilere bu becerileri kazandırmak için çeşitli yöntem ve teknikler kullanılmaktadır. Bunların en önemlilerinden biri de örgün eğitimin her basamağında, yaygın eğitimde, dersler içinde bir öğretim yöntemi olarak giderek daha da yaygınlık kazanan yaratıcı drama yöntemidir (Can, Cantürk Gürhan, 2009: 35).
Yaratıcı drama yönteminin derslerde etkili bir şekilde kullanılabilmesi için öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının yöntem hakkında yeterli bilgi sahibi olmalarının yanında uygulayabileceklerine dair öz yeterliklerinin de yüksek olması gerekmektedir. Çünkü öğretmen davranışları öğrencilerin öğrenmelerini ve başarılarını etkilemektedir (Açıkgöz Ün, 2003). Yaratıcı drama yönteminde öğrencilerin güvenini kazanmış, insana saygı duyan, değer veren, gözlem gücü ve sezgileri gelişmiş, pratik zekâsını kullanabilen, enerjisi yüksek, araştırmaya inanan, sabırlı ve sorumluluk duygusuna sahip, adil, duyarlı, sosyal-kültürel-sanatsal yaşamın içinde, deneyim ve birikim sahibi bir öğretmene ihtiyaç duyulmaktadır (Tekerek, 2007: 193).
Öğretmenin bu yöntem hakkında yeterince bilgi sahibi olması sınıfta bu yöntemi en iyi şekilde uygulamasına yardımcı olacaktır. Nitekim Türkçe öğretmenleri lisans eğitimleri sırasında hem Özel Öğretim Yöntemleri I-II hem de Tiyatro ve Drama Uygulamaları dersleri alarak bu konuda belli bir birikimle (yeterlikle) üniversiteden mezun olmaktadır. Bu elde edilen birikimlerin (yeterliklerin) de mesleklerini icra ederken öğretmenlere büyük yararlar sağlayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle bu çalışmada Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik öz yeterlik algıları belirlenmek istenmiştir. 
Bu çalışma betimsel araştırma yöntemlerinden tarama modelinde yapılmıştır. Araştırma grubunu 2011-2012 eğitim öğretim yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümünün son sınıfında öğrenim gören 112 öğrenci oluşturmaktadır. Çalışmada veri toplama aracı olarak Can ve Cantürk-Günhan (2009) tarafından geliştirilen ‘Yaratıcı Drama Yöntemini Kullanmaya Yönelik Özyeterlik Ölçeği’ kullanılmıştır. Ölçek 47 sorudan oluşmakta ve 5’li likert tipindedir. Ölçeğin Cronbach alfa güvenirlik katsayısı 0.96 hesaplanmıştır. Öğretmen adaylarından elde edilen veriler SPSS 16 paket programında istatistik tekniklerden ortalama, standart sapma ve yüzde kullanılarak çözümlenmiştir.
Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemi ile dersi eğlenceli hale getirebilme, etkili bir şekilde kullanabilme, öğrencilerin iletişim becerilerini ve derse olan tutumlarını olumlu yönde geliştirebilme, dersi günlük yaşamla ilişkilendirebilme, öğrencilerin grup çalışmasına yatkın olmalarını, girişken olmalarını sağlayabilme ve öğrencilere farklı bakış açılarını gösterebilme bakımından ‘tamamen katılıyorum’ düzeyinde yeterliğe sahip oldukları görülmektedir. Türkçe öğretmeni adaylarının kendileri açısından da yaratıcı drama ile empati becerilerimi geliştirme, öz güvenimi artırabilme ve yöntemi kullanırken bir problemle karşılaşınca ne yapacağımı bilmiyorum durumları için de ‘tamamen katılıyorum’ düzeyinde yeterliğe sahip oldukları belirlenmiştir.
Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemi ile öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenmelerini sağlayabilme, empati becerilerini geliştirebilme, kendilerini tanımalarını sağlayabilme, hayal gücünü geliştirebilme, eleştirel düşünmelerini ve kendileri ile barışık olmalarını sağlayabilme, öğrencileri yaratıcı düşünmeye sevk edebilme ve öğrencilerle iletişime geçebilme bakımından ‘çok katılıyorum’ düzeyinde yeterliğe sahip oldukları ancak öğretmen adaylarının ders boyunca öğrencileri aktif hale getirememe, merak duygusunu uyandıramama, değerlendirme becerilerimi geliştirememe ve yöntemi etkili bir şekilde kullanamama gibi olumsuz durumlar için de ‘çok katılıyorum’ düzeyinde cevap verdikleri görülmektedir.
Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemi ile öğrencilerin problemlerini kolayca çözebilme, cesur olmalarını sağlayabilme, mantıksal çıkarım yapmalarını sağlayabilme, geleceğe umutla bakmalarını sağlayabilme ve dersi diğer disiplinlerle ilişkilendirebilme; öğretmen adaylarının kendileri ise hayal güçlerini geliştirebilme, sorgulama yeteneklerini artırabilme, eleştirel düşünme becerilerini geliştirebilme, kendilerini daha iyi tanıyabilme, farklı bakış açıları kazanabilme bakımından ‘orta derecede katılıyorum’ düzeyinde yeterliğe sahip oldukları görülmektedir. Fakat öğretmen adaylarının öğrencileri araştırmaya sevk edememe, öğrencilerin ezber yapmalarını önleyememe, motivasyonunu artıramamabilgilerinin kalıcı olmasını sağlayamama, öğrenciyi kolay değerlendirememe ve yöntemin uygulanması sırasında zorluk çekeceğini düşünme bakımından da ‘orta derecede katılıyorum’ düzeyinde oldukları belirlenmiştir.
Yaratıcı drama yöntemi ile Türkçe öğretmeni adaylarının öğrencilerin ön bilgileri ile yeni bilgileri arasında ilişki kurmalarını sağlayabilme, dersi öğrencilere sevdirebilme, öğretimde bir araç olarak kullanabilme ve kendisinin diğer alanlardaki arkadaşlarla ilişkilerini artırabilmesi bakımından ‘az katılıyorum’ düzeyinde yeterliğe sahip oldukları görülmektedir. Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama ile öğrencilerin başarılarını arttırabilme, öz güvenlerini arttırabilme, bilgiye kendilerinin ulaşmalarını sağlayabilme ve öğretmen adayının kendisi yaratıcı drama ile problemlerini kolayca çözebilme durumları için ‘hiç katılmıyorum’ düzeyinde oldukları yani bu konularda yeterliğe sahip olmadıkları görülmüştür.
Bu çalışmada Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik öz yeterlikleri belirlenmek istenmiştir. Bu amaçla yapılan çalışmada Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik ‘orta derecede katılıyorum’ düzeyinde öz yeterliğe sahip oldukları tespit edilmiştir. Öğretmen adaylarının lisans eğitimlerini bitirmek üzere olmalarına ve bu süreçte ‘Özel Öğretim Yöntemleri I-II’ ve ‘Tiyatro ve Drama Uygulamaları’ derslerini almış olmalarına rağmen kendilerini yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik tam anlamıyla hazır hissetmedikleri söylenebilir. Maden (2010) de Millî Eğitim Kurumlarında çalışmakta olan Türkçe öğretmenlerine yönelik yaptığı çalışmada öğretmenlerin bu konudaki öz yeterliklerinin genel olarak ‘orta derecede katılıyorum’ düzeyinde olduğunu tespit etmiştir. Bu bakımdan Türkçe öğretmenlerinin ve Türkçe öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik öz yeterlik algılarının birbirine yakın olduğu söylenebilir. Benzer bir çalışmayı okul öncesi eğitimi öğretmen adayları üzerinde yapan Çetingöz (2012) ise okul öncesi öğretmeni adaylarının yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik öz güvenlerinin ‘iyi’ seviyelerde olduğunu tespit etmiştir. Bunun nedeni olarak Okul Öncesi Öğretmenliği programında oyun ve drama ile ilgili derslerin daha yoğun olması gösterilebilir.
Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar doğrultusunda şu önerilerde bulunulmuştur: Eğitim fakültelerinde genelde bütün yöntem ve teknikler özelde yaratıcı drama yöntemine yönelik sadece teorik değil aynı zamanda uygulamalara da sıkça yer verilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yaratıcı drama ile ilgili çeşitli etkinlikler düzenlenmeli ve bu konuda bütün öğretmenlerin bilgi ve beceri sahibi olması sağlanmalıdır. Üniversitelerde yaratıcı drama kursları açılarak öğretmen adaylarının bu alanın uzmanlarıyla tanışmaları ve onlardan yararlanmaları sağlanmalıdır. Yaratıcı drama yöntemi sadece Türkçe derslerinde değil diğer derslerde de kullanılan bir yöntemdir. Bu nedenle Türkçe öğretmeni adaylarının yanı sıra diğer bölümlerde öğrenim gören öğretmen adaylarının da yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik öz yeterlikleri araştırılabilir. Bu çalışma sadece Karadeniz Teknik Üniversitesi ile sınırlı tutulmuştur. Diğer üniversitelerdeki öğretmen adaylarının da yaratıcı drama yöntemini kullanmaya yönelik yeterlik algıları incelenebilir.


Wednesday, January 9, 2013

Erzincan University Science and Letters Faculty Departments



BIOLOGY
In 21th century, department of biology has an important place in every stage of research and development activities. The students who graduate from our department are honored with the title of Biologist. Biologists can work at Science, Medicine, Agriculture, Pharmacy and Veterinary Faculties of the Universities, they can find job at Ministry of Agriculture and Rural Affairs and Ministry of Environment, Forestry and Urbanization (at the molecular biology labs of hospitals, at the analysis labs, at research and development labs which produce labs supplies). The students who graduate from our department can also work as researcher at food industry, at the foundations that serve as environment consultancy, at the foundations and the establishments that belong to Ministry of Health and at government agencies like TUBITAK and also at medicine industry. Besides these, the students who graduate from Biology Department can work as Biology teacher at the schools that bound to Ministry of Education and at private colleges and also at private teaching institutions. The students who graduate from Biology Department can be appointed as academic staff to universities on condition that they provide necessary conditions.       

GEOGRAPHY
The foundation of department of Geography at Erzincan University was approved according to 7/d-2 alternative item of 2880 numbered law of 2547 numbered law at the meeting of the higher education council which was held on 10,18,2007 in accordance with offer of Erzincan University Presidency. The Geography Department at Science and Letters Faculty of Erzincan University continues its studies without students under the responsibility of one assistant professor and two researchers. Geography, which is an important guide at people`s journey to discover nature, has begun with the creation of our planet where the life grows. Geography helps us to understand how the world has changed with the effect of billions of people and the other creatures and the unending natural cycle throughout the million years. Geography tells us the world that changes and will always change forever. All members of a life that cannot be maintained without the rules of nature; from climate to morphology, from population to tourism, from transportation to geopolitics, from health to settlement; almost all living forms; water, animals, plants and earth are in the study fields of Geography. As the Geography Department at Science and Letters Faculty of Erzincan University, we are a science community that focuses on working for geography science with idealistic opinions and aims to educate geographers who are supposed to work with these idealistic opinions. We are the close followers of all geographic studies done so far and here to be the pioneer of the studies on geography which will be done henceforth with young staff of our young university.    
Assistant Professor Şaban ÇELİKOĞLU
Head of Geography Department
PYHSICS
The department of Physics was founded at Science and Letters Faculty of Erzincan University according to 7/d-2 alternative item of 2880 numbered law of 2547 numbered law at the meeting of the higher education council which was held 10,18,2007 and the department accepted its first students in 2009-2010 education terms.
Physics Department includes atom and molecule physics, solid state physics and general physics departments. Eight academic members and four researchers work at this department.  The aim of the department is to teach the fundamental concepts of physics to the students and to show how several concepts and hypothesis are produced from experimental studies and to make students win research capabilities. Besides these fundamental physics courses, students take some practical courses such as electronics, computer programming, practical modern physics etc. 
It is aimed at Physics Department that fundamental and practical courses are taught and research and development studies are done. Physicists, who have enough labs experience and are well equipped on knowledge to contribute something to research, development and technology production, are aimed to be educated. The students who graduate from Physics Department after having this knowledge can have job opportunities at universities and research institutions and at several industry fields. They can find jobs especially at quality control applications and computer programming fields.  Besides these, the students who graduate from Physics Department can work as Physics teacher at the schools that bound to Ministry of Education and at private colleges and also at private teaching institutions.
Prof. Dr. Ali Ercan EKİNCİ
                                                                                                      Head of the Department


CHEMISTRY
The department of Chemistry was founded at Science and Letters Faculty of Erzincan University according to 7/d-2 alternative item of 2880 numbered law of 2547 numbered law at the meeting of the higher education council which was held 10,18,2007 and the department accepted its first students in 2009-2010 education terms.  The Department of Chemistry opened its evening school program in 2011-2012 education terms and our department has continued education, research and development studies actively with seven academic members and five researchers so far.
The mission of our Department is to educate undergraduate students who can contribute some brand-new things to the changing and technology centered world of 21st century, who can research and question, who is participant and dynamic, who can appreciate cultural values and think globally and have wide range of knowledge on chemistry and use this knowledge in daily life, our department also wants our students to be responsible individuals who make a point of servicing to the country successfully to develop science and technology  and try to make country and local areas an advanced places. Physics Department at Science and Letters Faculty of Erzincan University is ready to educate such students with its staffs who are perfectly equipped with the necessary knowledge, experience and background. The other mission of our department is to raise professional and specialized alumnis and academicians with post graduate and PhD programs.   
The mission of our department is to make scientific research under the light of ethical principals at international levels by working for country`s and the region`s economic, intellectual, cultural, industrial and technological developments with discovery of knowledge and development.
The vision of our department is to make research at international levels by increasing the department`s education quality at international standards and to educate undergraduates and alumnis who are respectful to society and environment for the future of the country, well- informed, productive, who have the ability of expressing their knowledge, who always develop critical thinking skills, who are always conscious about economic advantages of the actions, who are skillful on five disciplines of chemistry and other scientific fields linked to chemistry and lastly who are equipped for the world around them under the guidance of the department`s staffs who are perfectly equipped with the necessary knowledge, experience and background of 21st century.
The education lasts 4 years at our department and the students who graduate from this department are honored with the title of CHEMIST. 
THE SUB-BRANCHES OF OUR DEPARTMENT
·         Analytic Chemistry
·         Inorganic Chemistry 
·         Bio Chemistry
·         Physics Chemistry
·         Organic Chemistry

MATHEMATIC

Mathematic Department is one of the first founded departments of Science and Letters Faculty, the department was established in 2004. The Department gives education both in day time and evening time. The students who complete their educations at Mathematic Department of Science and Letters Faculty are honored with the title of Mathematician. Our Department`s alumnis have wide range of job opportunities both at government institutions and at private sector.
By considering that the usage area of Mathematic spreads geometrically, Mathematic updates itself according to its everlasting necessities. It is a fact that Mathematic is the main science of many disciplines or the sciences especially on advanced engineering fields; physics, chemistry, environment, space, bioinformatics, finance, economy, medicine sector and even sociology which look irrelevant to each other at first sight.
Several courses are given on Topology, Algebraic and Numbers Theory, Geometry, Practical Mathematic, Functions Theory, Analysis, The fundamental of Mathematic, Mathematic Logic. As we think, computers are the crucial devices of our time and needed in every field, introduction to computer and computer programming courses are given to the students.

Assistant Professor Mustafa KUDU

Head of Mathematic Department


HISTORY

The Department of History was founded in 2007 at Science and Letters Faculty. Our department started its education life in 2011-2012 education terms by accepting 80 students both to day time program and evening time programs. The students who register to our department have to take 152 credits to graduate by taking elective courses beside compulsory courses. The conditions are same for both day time program students and evening time program students. The department lasts 4 years and the students who graduate from History Department are honored with the title of Historian and they take history undergraduate diploma.

The aim of the department is to teach historical events that affected people beginning with the ancient history by considering them with economy, religion and art. Among history department programs, General Turkish History and The History of Turkish Republic and the other disciplines around these disciplines and the cultures have a private place. In this frame, source documents that make history a science and the sciences such as Geography, Economics, Law, Sociology and Philosophy that helps historians to have analysis skills on past events are taught to the students.

The students who graduate from History department can find job with the title of Historians as expert or translator at Ministry of Culture, at Public records of Prime ministry, at Turkish Grand National Assembly Library, at State Statistics Institute, at Military history and strategic studies of General Staff, at Turkish History Foundation, at Ataturk Research Institute and so many other foundations.  They also have the opportunity of being researcher, expert and lecturer at universities besides having post graduate and PhD educations. And also the students who take pedagogy education can work as Social Science and History teachers at state and private schools and at private teaching institutions.


Assistant Prof. Dr. Salim GÖKÇEN
Head of the Department


TURKISH LANGUAGE AND THE LITERATURE


Science and Letters Faculty which our department belongs to was founded as a faculty linked to Ataturk University with 03/5867 numbered decision of council of ministers that was published at official journal with 25179 numbered in 07,16,2003. Mathematic and Turkish Language and Literature departments were decided to be opened at Erzincan Science and Letters Faculty of Ataturk University at the meeting of higher education council that was held on 09,28,2004. The departments started to accept students firstly in 2004-2005 years via additional placement.

After Erzincan University had become an independent university o 03,01,2006, our faculty was named as Erzincan University Science and Letters Faculty.

Undergraduate education has been given in our department since 2004 and first alumnis graduated in 2007-2008 education terms. In 2007-2008 education years, post graduate programs have started and these programs still go on.

In 2009 2010 education terms, the capacity of students was increased by higher education council and we were allowed to accept students to evening programs.

The faculty library which has been flourished over the years can respond the needs of the students.

At least 3 symposiums are to given in every semester by the academic staff; all kinds of social and cultural activities of department students are supported by academic staff and necessary consultancy are presented to the students.

The reports of the conferences, seminars and the symposiums that academic staffs attend are given to the students and all department staff so we try to make them benefit all these things. 

The journals “Dilden Dile” which the students of the department publish and the journal of academic staff “Turkish Studies” which is searched by the international indexes on electronic context where it is published continue their publishing activities.


Culture and Religion: An Interdisciplinary Journal By Giddens


Kültür ve Din: Disiplinler arası bir dergi
Yazarlarla ve abonelikle ilgili talimatlar içeren yayınlama detayları; http://www.tandfonline.com/loi/rcar20  
Anthony Giddens’ın Eserindeki Gelenek Problemi
John Walliss a
a Sosyoloji bölümü, , Warwick Üniversitesi
Coventry, CV4 7AL, UK E-mail:
Kaydedilmiş sürümün ilk yayınlanma tarihi: 30 May 2008.
Alıntı yapılan yerler: John Walliss (2001): Anthony Giddens’ın eserindeki gelenek problemi, Kültür ve Din: Disiplinler arası bir dergi, 2:1, 81-98
Bu esere bağlantı adresi: http://dx.doi.org/10.1080/01438300108567164
Lütfen makaleye ulaşmak için aşağı doğru kaydır
Tüm kullanım şartları ve koşulları: http://www.tandfonline.com/page/

Bu makale araştırma, öğretim ve özel çalışma amaçları için kullanılabilir. Herhangi bir şekilde yeniden üretimi, dağıtımı, satılımı, herhangi bir formda başka birine dağıtımı, ödünç verilmesi kesinlikle yasaktır.
Yayıncı içeriklerin tam, eksiksiz ya da güncel olacağına dair hiç bir garanti vermez. Talimatların, formülün ve ilaç dozlarının doğruluğu ana kaynaklar yoluyla bağımsız bir şekilde onaylanmalıdır.  Yayıncı herhangi bir kayıp, olay, iddaa, bildiri, talep , ya da bu maddenin kullanımı ile dolaylı veya direkt bağlantılı olarak ortaya çıkan maddi bir hasardan sorumlu değildir.
Anthony Giddens’ın eserindeki gelenek problemi
John Walliss
University of Warwick, UK
Bu eser Anthony Gıddens’ın yansıtıcılık ve yakın modernite hakkındaki güncel sosyolojisinde sunulan ‘gelenek’ kavramını sorunsallaştırmayı hedefler. Üç görüşe dikkat çekilir ve tartışılır: Geleneğin aynı anda durağan ve yansıtıcı olduğu görüşü, ‘post geleneksel dünya’da geleneğin canlı kalacağı ve gelişeceği görüşü, gelenek ve yansıtıcılığın tarihsel açıdan ortak bir şekilde müstesna bir olay olduğu görüşü. Son bölümde, Mellor’ın (1993) ‘yansıtıcı gelenekler’ kavramı, yazarın Hint kökeninin bin yıllık yeni din hareketi olan “the Brahma Kumaris World” Spiritual Üniversitesi ile yürüttüğü güncel etnografik bilimsel çalışmasına ilişkin çağdaş gelenekler araştırması için bilgi sağlayıcı bir araç olarak tanıtıldı ve geliştirildi.
Anahtar kelimeler: Giddens, Anthony; yeni din hareketleri; gelenek; yansıtıcı gelenekler; yansıtıcılık; gelenekleri yok etme.

Giriş
Son günlerde Anthony Gıddens’in sosyolojisine, özellikle yansıtıcılık ve modernite(Giddens 1990;
Giddens 1994b), öz kimlik(Giddens 1991), ve radikal demokrasi(Giddens1994a)  üzerine olan eserine ilgi gittikçe artmaktadır. Sonuç olarak aynı dönem itibariyle birçok eleştiri ve yorumları doğuran hakiki bir ‘ Giddens Sanayisi’ ortaya çıktı.( Bkz. örneğin Giddens & Pierson 1998; Mestrovic 1998; O'Brien et al. 1999). Aslında çağdaş Britanya sosyolojisinde ana figure olarak Giddens ın ünü hem onun Londra iktisat fakültesine dekan olarak atanması ile hem de 1999 da Reith konferansları ile onaylandı. Bu makalede Giddens tezinin ana bakış açısının bir eleştirisini sunarak gereğinden ötürü bu büyüyen yorumcular ordusuna katılacağım. Özellikle Giddens ın ilgisinin hayli problematik, bazı zamanlar çelişkili olduğunu tartışmak ve sonunda onun çağdaş dünyaya ayırt edici post geleneksel bakış açısını ve dahası yakın modernite tezinin kaynaklarını gündeme getirmek niyetindeyim. Bu nedenle bu yazı üç bölüme ayrılır. İlk olarak, Giddens ın son on yılda ‘yakın modernite’ ve ‘post-geleneksel sosyal düzen’ le ilgili tezini genel hatlarıyla açıklamak istiyorum. Bunu takiben, ikinci bölümde onun geleneğe ve geleneğin modernite ile ilişkisine bakış açısı ile ilgili üç teorik eleştiriye dikkat çekiyorum. Sonunda , Mellor ın the Brahma Kumaris World Spiritual Universitesi ile yürüttüğü güncel etnografik bilimsel çalışmasına ilişkin çağdaş gelenekler araştırması için bilgi sağlayıcı bir araç olan yansıtıcı gelenekler’ kavramını genişletir ve geliştiririm.

Yakın Modernitenin Genel Hatları
Modernite nin analizi Giddens sosyolojisinin temelinde yatar. Aslında Giddens için sosyoloji modern ve endüstriyel toplumun incelenmesidir. (Giddens & Pierson 1998).  Giddens moderniteyi 20. Yüzyılda dünya tarihinde etkili, öncelikle post feodal Avrupa da kurulan davranışın kurumları ve biçimleri olarak tanımlar. (Giddens 1991: 14-5). Bundan dolayı modernite yaşam ve sosyal formların ‘modern’ biçimlerini üreten bir kurumlar topluluğudur.- sanayileşme, kapitalizm, gözetim ve sanayileştirilmiş ‘toplam’ savaş. Modernitenin içindeki dinamizim Giddens’a göre üç ana özelliğin bir sonucudur: Zaman ve mekânın yeniden organize edilmesi; ortaya çıkan mekanizmaların ( Disembedding mechanisms) hâkimiyeti ve kurumsal yansıtıcılık. Modern kültürden önce sosyal ilişkiler zamana ve mekâna dayanırken, Giddens radikal bir şekilde zaman ve mekânın yeniden düzenlenmesinin karmaşık methodlarının icadının bu durumu değiştirdiğini tartışır. Haritalar, saatler ve takvimlerin yaygın kullanımı yoluyla,  sosyal etkileşimler benzer coğrafi alanlar ya da zaman kuşakları ile kısıtlı olmayan bireyler arasında şu an sürdürülebilir. Bu zamanın ve mekânın içinin boşaltılması yeni sosyal ilişkilere aracı olan ortaya çıkan mekanizmaların temelini sağlar. Sonuç olarak bu ortaya çıkan mekanizmalarla birlikte zaman ve mekânın yeniden düzenlenmesi geleneksel düzenler dizinin ötesinde yakın modernitede günlük yaşama sevk eder. Bu etkileşim içindeki tavır ve modernitenin özelliklerinin olduğu yollar sabit zaman ve mekân bölümlerinden çıkarılır- ve böylece radikalleştirilip, globalleştirilir- günlük hayata dönüşür. Yakın modernite radikal şüphenin sanayileştiği bir post geleneksel düzendir. Giddens geleneksel sosyal düzenin eleştirisine rağmen, klasik modernitenin geleneğin yönlerini kullandığı için gerçekten katı bir şekilde post geleneksel olmadığını tartışır (Giddens 1994b).  o yakın modernitenin post geleneksel düzende tüm bilginin yansıtıcı olduğunu ele alır: Hipotezler gelen bilginin ışığı altında değitirilebilir ya da ortadan kaldırılabilir. Hâlbuki geçmişin teminatlarının çıkarıldığı bir çağda yaşamak bir risk çevresinde yaşamaktır. Seçimlerin ve hareketlerin belirsizliklere ve olasılıklara bağlı olduğu böyle bir atmosfer içerisinde güven ve risk önemli hale gelir. Kader olmadığında tüm hareketler ve seçimler özellikle varoluşsal güvenlik ya da bireyin kimlik algısının korunması risk içerir. Bu Giddens ın yakın modern dünyanın genel hatlarından tamamen yoksun olarak geleneği tanımladığı anlamına gelmez. Aslında o birçok örnekte onun kurumsal yansıtıcılığının ve modernitenin doğrudan bir sonucu olarak var olduğunu ve geliştiğini tartışır. Fakat böyle olması için yansıtıcı olmak zorunda. Geleneksel olduğu için bir eylemi onaylamak işe yaramayacak; gelenek sadece ‘gelenek’ tarafından doğrulanan bilginin ışığı altında doğrulanabilir (Giddens 1990:38). Fakat Giddens der ki yasallaştırmayı gerektiren gelenek gerçek gelenek değil sadece sahte bir görüntüdür. Yasallaştırılamayan veya reddedilen gelenek ya geleneğin doğrulanması gerekmediğini iddia eden bir ‘fundamentalizm’ halini alır ya da geçmişten gelen ve rutinleşen bir ‘kalıntı’, ‘ alışkanlık’, ‘ tavır’ ve ‘ nesne olur. (Giddens 1994a, 1994b; see also Bauman 1995). Bundan dolayı post geleneksel düzen bir dönüm noktasıdır. Geleneksel düzenin sonunu ve geçmişten ödünç alınmayan, sosyal bağların etkin bir şekilde oluşturulduğu  ‘sınırsız yerin’ yeni bir küresel sosyal düzeninin başlangıcını temsil eder  (Giddens 1990:107).

Gelenek Problemi
Zygmunt Bauman (1995) gibi post modern yazarların aksine Giddens için yakın modernite modernitenin ötesinden ziyade onun içinde bir gelişimi temsil eder; geleneğin ötesinde iş birlikçi yaklaşımın ve radikal şüphenin kurumsallaşması olan ana tema. Fakat yukarıda ana hatları ile görüldüğü üzere, Giddens’ın yazılarında çağdaş dünya da geleneğin kaderi hakkında hep bir belirsizlik var. Bu bölümde üç belirsizliği keşfetmeye çalıştım.

Gelenek: Durağan v. yansıtıcı
İncelemek istediğim ilk belirsizlik Giddens’ın reddetmesine rağmen ‘geleneği’ kavramsallaştırması ve durağan ve plansız ritual olarak geleneğin modernist bakış açısını yeniden tanımlamasıdır. Bu kavramda gelenek Mervyn Peake' ın Titus Groan adlı klasik romanındaki Gormenghast kalesindeki hayatın tanımına benzer bir tavırla sunulmaktadır. Orada Groan kontu Lord Sepulchrave, hanedanı korumak için sürdürmesi gereken gelenekler hakkında lord kütüphanesi Sourdust tarafından her gün eğitilir. Bu olanlar çok kitaptan birinde sunulur:

Sol taraftaki sayfalara tarihle başlanır ve üç kitaptan ilkinde bu, gün boyunca lordluk tarafından saati saatine sergilenen aktiviteler dizini ile takip edilir. Tam zamanlar; Her bir durum için giyilmesi gereken kıyafetler ve kullanılması gereken sembolik mimikler. Sol taraftaki çizimler operasyonun çeşitli sahnelerine lordluğun yaklaşmasını gerektiren yolların parçalarını verir. (Peake 1980:66)

Peake’ın tanımında, o zaman, gelenek, kuralları belirlenmiş gelecek nesiller tarafından harfi harfine takip edilecek, düşünülmez bir ritüeldir. Aynı zaman da hanedanı devam ettirmek için fonksiyonel bir gereklilik olarak görülür – bir sosyal yapıştırıcı-. Aslında, daha sonra romanda, kütüphane ve diğer tüm ayin kitapları kötü adam Steerpike tarafından yakılınca Lord Sepulchrave delirir ve hanedan darmadağın olur. Giddensın sosyolojisini okumak genellikle onun geleneğe basitçe durağan, düşüncesiz ve alışkanlık yönünden bakıp bakmadığı konusunda belirsizdir. Örneğin onun gelenek sonrası tezinin en dolu anlatımı, Gelenek Sonrası Toplumda Yaşamaktır, O, geleneğe bakışın düşüncesiz bir ritüel olduğu, basit toplumların bağı için gerekliliği konusunun işe yaramayacağı konusunu tartışarak sosyal yapıştırıcı tezini eleştirmek için Edward Shils’in çalışmalarına dikkat çeker. Aksine, o bunun organık bir karaktere sahip olması ve ister istemez aktif ve yorumlayıcı olması gerektiğini söyler (Giddens 1994b:61,64). Aslında, yakın zamanda, onun 1999 daki Reith Lecture’ında, şunu tartışmak için daha da öteye gitti; geleneğin eski görünüşü aydınlanmanın yaradılışının ve geleneğe düşmanlığının bir parçasıdır ve bu yüzden “kendisini vis a vis diğer diye tanımlayan modernitenin gölgeli tarafını” temsil eder. O daha sonra dersinde gelenekle alakalı üç genel yanlış anlamanın altını çizdi ki bunlar değişmezdir, aslında bunlar geliştiğinde veya olgunlaştığında yada zayıfladığında ve öldüğünde (ibid: 33) kökleri zamanın sisli geçmişine kadar uzanır, onlar icat edildiğinde ve yeniden keşfedildiğinde ve zamanla geliştiğinde bölünmez olurlar ve kendilerini farklı yorumlamalara katmazlar (bkz. Giddens & Pierson 1998:128-9). Bu bağlamda daha sonra gelenekler bazı durumlarda yansıtıcı olarak görülmeli ki       aktif yorumlama içerebilmeli ve sonunda degişmeli ve zamanla icat ve keşifler doğrultusunda evrimleşmeli. Ve aslında bazı durumlarda Giddens geleneğe bakış açısının durağan ve plansız bir ritual olarak “modernist bir efsane” olduğunu ve geleneklerin olduğundan daha farklı bir şekilde sürekli yeniden keşfedilmesi ve yorumlanması gerektiğini  söylediği gibi ele alarak bunu kabul ediyor görünür fakat diğer zamanlar da o sık sık bu modernist mite kendisi katılıyor görünür, örneğin bu “doğrulanmış geleneğin sahte bir gelenek olduğunu gösterdiğini kimliğini sadece modernliğin yansımasından aldığını” (Giddens 1990:38) ve geleneksel uygulamayı takip eden biri için farklı alternatiflerin aranması gerek olmadığını ele alışıyla anlarız. Fakat ne kadar değişirse değişsin gelenek, gelenek sorgulanamayacak hareketleri içeren bir taslak sağlar(Giddens 1999: numaralandırma yok). Öyleyse geleneklerin içerisindeki değişimler nasıl olurda yeniden keşfetmek için bir ozan olmadan ve kimsenin onu sorgulamadan ortaya çıkar. Değişimi sağlayan nedir- insan yansıması ve alternatiflerin takibi olmadan gelişimi, olgunlaşmayı ve olasılığı, terketmeyi sağlayan nedir. Giddens’ın pozitif bakış açısına büyük bir zemin sağlayan yazar Edward Shils (1981:27) dini geleneklere bağlantılı olarak ifade eder. Onlar her zaman “geleneğin kalesi” ve ritüel olarak düşünülürken orada her zaman yenilik için bir baskı oluştu.

Kiliseler her zaman kendi içlerinde yeni konular oluşturdu. Dinsel otoriteye karşı yeni tavırlar ve yaklaşımlar ortaya çıktı yeni inançlar bulundu. Yeni doktorinler bulundu, kutsanmış yazıların yeni versiyonları ve yeni yorumları yapıldı, yeni dogmalar ortaya çıkarıldı, çesitli ayinler ortaya çıktı  ve uhrevi ve dünyevi güçler arasında yeni düzenlemeler arasında anlaşıldı( Shils 1981:27-8).  

Hobsbawn ve Ranger’ınkine katkı sağlayanlar gibi (1983) geleneğin icat edilmesi günümüzde eski  ve otantik olarak birçok geleneğin ele alındığını gösterdi örneğin kavimlerin dağ geleneği ve sivil kutlamaların debdebesi. Geçmişle sahte bir devamlılık duygusunu beslemek için ideolojik amaçlar uğruna daha eski malzemelere dikkat çekmelerine rağmen aslında birçoğu 19. yüzyıldan daha eskiye dayanır. Örneğin, “altın” eski vedik( hint) çağında hindistanda birçok milliyetçi grub tarafından popular bir sembol iken aslında sömürgeciler hindistan nüfusunun kaldırabileceği yönetici bir yapı üzerine kurulan geçmişten modeller ararlarken daha sonra hindistane “geri” verilen hintli oryantalistlerin bir icadıdır (Bkz Falk 1998; King 1999; Bhatt & Mukta 2000).

Gelenekselleştirmeden Uzaklaştırma: Radial vs Ortakvaroluş

Giddens’ın bazı zamanlar ilgi duyduğu bir başka modernist efsanede gelenekselleştirmeden uzaklaştırma sürecidir. Heelas gelenekten uzaklaştırmayı önceden verilen yada nesnelerin doğal sırasında inancın azalması ve içerden ve dışardadan, hariciden zorla konuşan, isteklerde bulunan, günah, suç yada korku duyguları üretmeden göz ardı edilemez otoritenin kurumsallaşmış sesinden  (Heelas 1994:103) özerkliğin, faydacılığın ve bireyselliğin otoritesine ilişkilendirilmiş değişiklik olarak tarif eder. Bireysel konuların yargıları, inançları, arzuları, hedefleri, dileklerinin içinde yatan otoritenin yer aldığı bir ifade ki bu arıza ve bozukluk durumunda oluşan otoriteyi uygulamaya sokmaktır. Giddens’ın bir seviyede açık bir radikal gelenekten çıkarma tezi öne sürülür (bkz Heelas 1996a:3-7) ki burda Giddens “modernitenin bir post geleneksel düzen olduğunu, geleneğin artan erozyonundan (Giddens & Pierson 1998:116), ve modernite tarafından sunulan yaşam biçimlerinin nasılda bizi benzeri olmayan bir moda içerisinde sosyal düzenin tüm geleneksel türlerinden uzalaştırdığından bahseder (Giddens 1990:4).
Fakat diğer bir aşamada ise o ayrıca geleneksellikten çıkarma tezinin versiyonu daha az radikal “birlikte var olmayı” vurguladığı görünür. O yalnızca geleneğin yakın modern dünya üstünde etkin olduğunu değil ayrıca onu beslediğini tartışır. Örneğin, üsteki alıntıyı tam olarak vermek gerekirse “modernity post geleneksel bir düzendir fakat radikal şüphenin emniyetiyle yer değiştiren gelenek ve alışkanlıkların teminatı değildir.” Fakat Beckford(1996) unda ifade ettiği gibi yakın modernite bir paradoks oluşturur ki Giddensın ele aldığı şey kronik yansıtıcılığın yaygınlığı tarafından damgalanır. Yakın modernitenin geleneğin türlerinin yeniden canlanmasını görüp görmemesi gerektiği karmaşıktır. bir yandan bir kişi geleneğin sona erdiğini ve diğer yandan hayatta kalıp beslendiğini tartışamaz. Giddens’ın bu paradoksu çözme girişimi kendi içerisinde tatmin etmemektedir ve onun gelenek anlayışına bağlı olarak başka bir soru ortaya çıkarır. Giddens’ın bu paradoksa cevabı onun geleneğin dönüşümü olarak tanımladığı geleneğin sonundan bahsederek radikal geleneksellikten uzaklaştırma söylemini nispeten daha üs seviyeye taşımaktır.

Tıpkı doğanın sonu gibi geleneğin sonu da onun tasvir ettiği dünyanın yok olduğu anlamına gelmez sadece onun hayatlarımızdaki rolü değişir. İcat etme ve keşfetme süreci devam eder. Aynı zamanda hayatlarımızın büyük bir alanda küreselleşmeyi ve yansıtıcılığı yoğunlaştırmanın sonucunda gelenek denen şey değiştirilir yada yok edilir. (Giddens & Pierson 1998:129; see Bauman 1999:133)

Fakat bu akla bir soru getirir; gelenek hangi yönde “dönüştürüldü”- geçmişteki gelenekten farkı nedir?

Gelenek ve Yansıtıcılık, Geçmiş ve Şimdi
Giddens bu soruya geleneklerin yansıtıcı hale geldiğini “formülsel gerçeklere” söylem olmadan doğrulamanın başladığını tartışarak cevap verir. “Fundamentalizmin” bir örneği haline gelmeyenler- sonuçlarını dikkate almadan formülsel gerçeğin bir iddasıdır (Giddens 1994b: 100). Fakat bu üç önemli soruyu öncelikle en başta geliştirilen tartışmadan kaynaklanan soru: eğer gelenekler doğası gereği durağansa nasıl yansıtıcı olabilirler? Diğer bir deyişle Giddens’ında tartıştığı gibi destekleyicileri tarafından özel bir gelenek hakkında soru sorulamıyorsa gelenekler içerisinde değişim motoru nedir? Bir başka deyişle geleneklerin dönüşümü tezi sadece biri onların bir kısım yansıtıcılık tarafından karakterize edildiğini ve gelişmek için yeteneğe sahip olduğu, insanlar tarafından yeniden icat edildiği ve gelenek ve yansıtıcılığın ortak özel biro olay olmadığı kabul edilirse savunulabilir. Ikinci olarak, geçmişte gelenekler bir yere kadar hiç yansıtıcı değil miydi? Yansıtıcı gelenekler yakın moderniteye özgğ birşey midir? Giddens’ın (1999) da ifade ettiği gibi hiçbir geleneksel toplum tam anlamıyla geleneğin boyunduruğu altına girmemiştir ve insanların sadece geleneği geçmişte reddetmediğini ayrıca yeniden icat ettiğini gösteren çok yaygın bir kanıt vardır.  Orta çağ azizlerin örnekleri ve  Katarlıların ve anabaptistlerin bir durumunda olduğu gibi kafir akımlar egemen hristiyan geleneğine karşı oluşturulmuş eleştriler avrupaya yayılmış binyıllık akımların çeşitleridir (bkz Cohn 1993). Aynı şekilde Mellor’ında dediği gibi  bir reform ( kendisi egemen culture bir itiraz olan) yeni bir dini bir konseptin (Luther tarafından hristiyanlık kaynağı olarak İncil temel alınarak düzeltilmiş Çağrı  İncil metinlerinde olmamasına rağmen) icadı tarafından karakterize edilmiştir.  Bu yüzden Luther yeniden yorumlama ve yeniden icat etme yapmaktaydı ki eğer Giddens’ın geleneği durağan ve sorgusuz kabul edildiği bir dönem olarak kabul ettiği Orta Çağda önemli bir gelenek olan  icat etme yapmıyorsa.

Son olarak, geleneğin geleneksel şekilde tanımlandığı fundamentalizmin muhtemel dinsel kavramı çağımız dünyasında ki geleneğin durumunu anlamada geçerli midir? Geçen bölümde tartışıldığı gibi, geleneğin sonunun tartışılmasına rağmen Giddens geleneğin günümüz dünyasında sadece varolmadığını ayrıca da büyüdüğünü de tartışmaktadır. Giddens bunun bır sebebinin kronik yansıtma ve varoluşcu anlamsızlık dünyasındaki kesinlik ve varloluşcu güvenlik için kişisel araştırma olduğunu tartışır. Bu metin içinde ki gelenek Berger et al(1974) mantığı içinde bu bağlamlamanın yoluyla bireyin yaşamında Kronik anlamda daha büyük, genellikle aşkın, yapılar (gibi) duyarlı değildir şüphesiz istikrar yada “ev” formu sağlar.  Örneğin yeni çağ akımı bu ışıkta görülebilir; anlam için bir araştırma yada Weber terimlerinde otantik yada “gerçek olarak görülen geçmişten modellere dikkati çekerek çağdaş dünyadaki cazibe. Böylece Beckford’un önceki sorusuna yanıt olarak Giddens bunun tamamen gelenekciliğin formlarının geliştiği yakın moderniteyle alakalı olduğu konusunu tartışır. Bu bir nebze bir vaka olarak görülebilir fakat bireylerin güvenliği ve varoluşçu güvenliği örneğin zaman boyunca dini gelenekleri gözlediği eşit bir şekilde tartışılabilirdi. Fakat yakın modernite bu araştırmayı daha acil yapmış olabilir, araştırmanın kendisinde yeni hiçbirşey yoktur. Öyleyse Giddens için fundamentalism modernitenin reddedilişini ve onun yansıtılışını içeren kesinlik için bir araştırmanın radikal bir versiyonunu yansıtır halbu ki söylenildiği gibi fundamentalistler mesajlarını aktarmak için internet kablo uydu televizyon gibi modern teknolojılere dikkati çekecekler (bkz Bruce 1990). Ayrıca “fundamentalist” olarak düşünülenler tarafından birçok yeniden yorumlama ve seçilmiş “makaleler” vardır (Bkz Marty & Appleby 1991:ix-x). Pennock (1999: bölüm 1)  örneğin Pennock fundamentalist paradigma olmanın aslında evrim sürecinin doğasını anlayışında farklılık gösteren çeşitli ortak düşmanca bağlar tarafından karakterize edildiğini tartışır ki bunlar incili kaynak yapma girişimine karşı gelenlerdir. Böylece Giddens fundamentalistlerin manevi metinlerin belirtilmesiyle ilgilendiklerini ve sık sık moderniteyi reddettiklerini ( örneğin kapitalizm ve bilimsel rasyonellik) ele almakta bir nebze haklıdır. Fakat bu her zaman aktif yeniden okuma ve böyle metinlerin yeniden yorumlanması ve en önemlisi onları koruyan ve muhafaza eden uygulamalara dönüştürülen bu inançların bağlamında kendi içerisinde yüksek derecede bşr yansıtıcılık olmadığı anlamına gelmez (Beckford 1996). Aslında çoğu inançlarına daha objektşf bir kanıt elde etmek için algınan şeyi ve başka kişilere kanıtlamak için bilimsel bir kanıt gözler.

Yansıtıcı Gelenekler: Brahma Kumaris Vakası

Giddens’ın büyük açıdan durağan, yorumsuz gelenek kavramsallağındaki problemlere bakarak bir olası yeniden oluşumu incelemek niyetindeyim: Mellors’ın yansıtıcı gelenekler kavramı. Mellors’ın kavramı kullanım şekli daha once tartışılan “sahte gelenek teziyle” ortaya çıkmıştır. Yansıtıcılık çağdaş dünyada daha radikal olabilir, gelenekler bir yere sadece yansıtıcı olmamış ayrıca bu yansıtıcılığa rağmen insanlar her ne sebep olursa olsun böyle normative yapılar içerisinde kendilerine bir yer seçmeyi devam etmişlerdir. Sonuç olarak o üç aşama üzerinde çağdaş dini gelenekler içerisinde yansıtıcılık ve durağanlığın etkileşimini araştırmak için olası bşr tefsir aracı olarak “yansıtıcı gelenek kavramını” kullanmayı önerdi: gelenekler içerisinde ve arasında ve gelenekler ve bireyler arasında Mellor teoritik seviyede bu terimi dağıtırken benim kendi kullanımım etnografik taslak ve özellikle diğerler arasında Giddens tarafından öne sürülen radikal geleneksellikten çıkarma ile ilgili bir tatminsizlikten gelişti. Aksine Brahma Kumaris World Spiritual Universitesi ile benim taslağım birçok aşamada yüksek derecede yansıtıcılık ortaya çıkarmıştır, özellikle onların kendi basit gelenek anlayışlarına rağmen Brahma Kumaris önemlidir. Bu (onların şnkar etmesine rağmen) onların yerli hinduizm özelliklerini seçici bir şekilde yenidem yorumlamasını ve ayrıca onların binyılcılığını içerir hatta daha da öteye giderek radikal bir şekilde onları yeniden yorumlar ve yeni çağ ve insane potensiyeli akımı çerçevesinde onu yorumlar.

Bu şekilde, Mellors’ın analizinin 3 aşamasını geliştirerek benim kendi araştırmamda 4 bağlantılar arası sitelere ve aşamalara odaklandım.

Öncelikle, sürekliliğin kalıtımsal analizi ve en önemlisi Brahma Kumaris içerisindeki değişiklikler; onun ortaya çıkışı ve gelişimini sosyal durumlarına odaklanma içerisindeki tavır ve herhangi bir inanç yada rituelin zamanla neden eklenip yada çıkarıldığının nedenleri ve bu elementler arasındaki değişen ilişki.

Brahma Kumaris için ortaya çıkan ana değişim  dünyanın karşı çıkan duruşundan ayrılıp benim belirsiz dinya dünya diye adlandırdığım konuma gelmesidir. Bununla ifade etmek isterim ki Brahma Kumarisin hayatının başlarında (1937-1950) resmi belgelere inanmak zorundaysak kendi içerisinde kadınlara özgğ statüye karşı çıkan yerek topluluğun üyeleri tarafından siddet kampanyasının kurbanı olduğuna inanırdık. Kısaca kurucu (Dada Lekhraj) buna dahil olmuş çoğu genç bayan olan Brahmanizmden ve özellikle dine dayalı bakirlik ve saflıkta Sanyasi geleneğinden ödünç alınan sofuluk geleneğini devam ettirmeleri için cesaretlendşrmiştir. Bu tabiki de hem kadınların erkek sofuluğunu taklit etmesiyle ortaya çıkan bir saldırıya hemde kast sistemine açıkca tehdit oluşturan büyük bir geri tepmeye yol açmıştır. Dahası Lekhraj’ın kadınlara kocalarıyla cinsi münasebet kurmadan tıpkı Lakshmi and Narayan tanrıçaları gibi ilişki kurmaları yönündeki tembihi üyelerin kocaları kızdırmıştır.

Sonuç olarak belirtildiği gibi Brahma Kumaris’ın varoluşunun ilk 13 yılı boyunca üyeler şiddetli bir zulme maruz kaldılar ve sonunda ve anayurtlarından ayrılmak zorunda kaldılar( bugunkü güney Pakistandaki Karachi). Fakat bu dönem Shiva tarafından günlük mesajlar ilettiğini iddaa eden Lekhraj ile ortaya çıktığı Üniversitenin ( Raja Yoga olarak belirtilen) doktorinal sistemiydi. Bunların ana teması post-apocalyptic cennetteki hayata hazırlanmak için bir an once yıkılacak dış dünyadan ayrılma ihtiyacıydı, özellikle o saflıktan kirliliğe düşme durumundan olan insanlığın 5000 yıllık önceden bilinen döngüsü üzerinde sürekli devam eden insanlık tarihini açıklamak için kalpa Brahmanik kavramına dikkat çekti ve yeniden yorumladı. Bu döngünün sonunda Tanrı masum olan ruhları gelecekteki döngünün “altın çağına” yeniden doğuşuna ve dünyanın yıkılışına (Brahma Kumarıs) hazırlamak için onun fiziksel vücüduna iner (Bu Dada Lekhraj’ınkidir). Bu cennette Narayan’ın vucut bulma, cisimleşmesi olarak çok az seçili kişi Lekhraj’ın krallığı altından mükemmel bir sosyal system içerisinde Bharat da yaşayacak (Hindistan).

Bu insane işinin her sahasında uygarlığın zirvesi olacak: eğitim, öğretim, müzik, devlet, tiyatro, dilbilim, resim ve bilim … sadece mimarilerin yapımında kullanılan en iyi malzemeler kullanılır doğanın sağlayacağı en iyi şeyler: altın, elmas, yakut vb ve sanat dans müzik kendilerini en üst seviyede açığa çıkarır (O'Donnell: 1995:84).   

Benzer şekilde tüm ruhlar evrensel bir kardeşlik vizyonu içerisinde varolacak, aşkın kanunu tarafından birleşecek ve böylece kanunlar yada politik veya dini felsefelere ihtiyaç duymayacak fakat ruhlar kendilerini bu cennete hazırlayabilmek için saf ruh bilimci durumuna geri dönmeliler. Onlar “ölümdeki yaşamı irdeliyerek ruh olarak unutmuş oldukları kimliklerini hatırlamalı kendilerini dış dünyanın maddi biliçliliğinden yada kirliliğinden ayırmalı yada “ilahi” ailenin bir üyesi olarak yeniden doğup içe dönük uhrevi bir hayat sürdürmeli halbuki 1940ların sonlarında hindastanın bölünmesini takip eden Brahma Kumaris içerisinde din propagandası yapmak yada dünyaya hizmet için aktif bir vermekle başlayan bir tecrit durumuyla beraber çok ince bir değişim oluştu. Bu benim tartıştığım dış dünya ile değişen ilişkisinin bir sonucudur. Her ne kadar universite etrafında ki cemiyetinin düşmanlığından karakterize olmuşsada, onların yer değişimi ((Batı Hindistandaki Mt Abu, Rajasthan) onları uzağa bunda öteye başarılı bir şekilde taşımıştır. Bu yüzden şunu savunuyorum ki onlar kendilerini daha sevecen bir çevrede buldukça Brahma Kumaris onlara gardlarını indirmelerine kendilerini dış dünyaya açmalarına izin verdi.

Bu “dünya hizmeti” öncelikle arkadaşlarla ve yeni taşındıkları bölgeye inançlarını anlatmak için davet ettikleri üyelerin akrabalarıyla küçük ölçekli başladı. Ama 1960lardan beri Frank Whaling’in (1995:10) bahsettiği Lekhraj’ın bakış açısından etkilendiği sanatsal çalışmaların sergisinin taşınması dahil gelişmenin daha karmaşık yöntemleri uygulanmaya başlandı. Lekhraj’ın ölümünü takiben 1969 da bu dini propaganda işi Üniversitenin denizaşırı yayılmasıyla Londrada ana kara Avrupa da ve daha sonra dünyanın çoğu yerinde  büro açarak yoğunlaştırılmıştır. Bu yazının yazıldığı anda resmi kaynaklara göre 77 ülkede 4000 merkezde 450000 kişi düzenli olarak buralara gidiyor.

İkinci olarak, bunun yayılımında Brahma Kumariste günümüzde meydana gelen araştırma özellikle şu 3 konuda odaklanmaktadır: onları meydana getiren ve bunları takibini yapan etkenlerin analiz ve değişiminin tanımı ve bunların her ikisinin nasıl rasyone edildiği ve bagdaştırıldığını araştırılması.

Bu dünya hizmetinin direk sonucu olarak Brahma Kumaris günümğzde meydana gelen iki önemli değişimi ortaya çıkarır. Öncelikle o uluslar arası ilişkiler boyutunda çok aktif oldu. Örneğin 1980ler boyunca Birleşmiş Milletlerin kamu bilgilendirme bölümüne 1983 Birleşmiş Milleter Ekonomik ve Sosyal Konseyine bundan 5 yıl sonrada Unicefe danışman statüsü kazarak baglanmıştır. Bunun bir yansıması olarak geçen 20 yıl boyunca The Million Minutes of Peace, Global Co-Operation for a Better World, Sharing our Values for a Better World, ve UNICEF projesi Living Values: An Educational Initiative gibi uluslar arası etkinliklerde ya yer aldı yada onları organize etti. Ek olarak onlar genel merkezleri Rajasthan da bir dizi yıllık küresel barış konferansları düzenlemeye başladı. Ikinci olarak, Üniversite geçen 10 yıl boyunca kendi apocalyptik mesajını sınırların ötesine taşımaya başladı ve daha hayat dolu ir dünyayı kucakladı, maneviyatının yeni çağ mesajı (Heelas 1996b). Örneğin etkinliklerin ve işle alakalı özellikle amaçlanmış seminerlerin yanı sıra bedavaya stresten kurtulma, olumlu düşünme, öz saygı geliştirme dersleri vermeye başladılar. Örneğin çok aşırı meşgul olan insanlar stressiz başarıyı yakalamak için neye ihtiyaç duyar?  Saniyeler içinde iyi bir yaşam elde etmek için nelere ihtiyacın var?  Sonuç olarak, kullanılan terminolojide küçük bir değişiklik oldu. Örneğin kıyamet yenı çağ yada dünyaların değişimi olarak yeniden hazırlandı, ruh farkındalığı stressizlik ve olumluluk olurken, vücut farkındalığı olumsuzlukla, stresle, özgüvensizlik ve dahasıyla bagdaştırılmış. Bu yolla araştırmamın iki ekseni birbiriyle bağlamam için, tarihsel olarak şu görülebilir ki Brahma Kumaris gelişti ve şimdi benimde üstünde tartışabileceğim iki belirgin özellik üzerine duruyor- dünyaya yönelik çözülmemiş oryantasyonlar – biri dünyayı reddetme diğeri ise dünyayı asla tasvip etmeme durumlarını sergiliyor ki ben buna dünya ikilemi kararsızlığı diyorum. Bu yüzden onun tüm dünya görüşü Lukhraj’ın bakış açısına baglıdır, bunlardan en önemli olanı önemli,arzulanır ve aslında günümüz dünyasında ve yeni dünyanın manevi saflığının kurulumunda önceden belirlenmiş olmaktır. Fakat bir diğer taraftan da Whaling bugunkü haliyle kefaret olarak gözüken dünya namına gittikçe artan delice aktiviteler içeren isminin başlarında maneviyat kelimesi yazılı olan bir üniversite var olmasıyla alay ederek konuştu. (Whaling 1995:15; vurgu eklendi).

Üçünçü olarak, analizin odağını en düşük seviyelere kadar değiştirmek, bireysel üyelerle Brahma Kumaris’in kuralcı yapısındaki ilişkinin doğrusunu öğrenmek için araştırılması, öncelikle neden ve ne derecede bireylerin kendilerini bu tür yapılara koydukları ikinci olarak da bu yapıların onların kimlik bilinci üzerine etkileri  
Bu dini ayrışma anlaşılır bir şekilde Brahma Kumarisin üyeliğinin doğası üzerinde önemli sonuçlar sahipti.  Özellikle bu etkinliklere katılanlar homojen gruplar değillerdir ama motivasyon, tutum ve bağlılık yönünden oldukça farklılık gösterirler. Bu bağlamda onların Brahma Kumaris ile katılımları ve onların yaşamlarına ve sosyal kimliklerine etkileri prensibinde 4 ana ideal üyelik şeklini ayrıştırmak mümkündür. Aslında enstrumental kullanıcıya mı yoksa eklektik kullanıcıya mı I her ikisi de Raja Yoga’yı faydacı amaçlar için kullanıyor atıf ta bulunduğum spektrumun bir sonunda belki belirlenebilir. Örneğin dahil olmanın önceki amacı herhangi bir manevi veya sizde manevi çok fazla faydacı terimle açıklanır, örneğin bunu şunla ilgilenme konusunda faydalı buldum. Aynı şekilde dâhil olmanın sonraki amaçları da Roja Yoda’nın ilgi çeken çoğu arasından birini araç olarak sunduğu manevi misafirlik ya da kendinden ruhanilik terimleriyle açıklanır. Spectrumun diğer sonunda Raja Yoga nın yalnızca bir kurtuluş sistemi değil aynı zamanda manevi hayatın betimlemesi şartıyla otoritenin dış sesi olarak hizmet ettiği uhrevilik araştırmasını bulabilirsiniz. Sonuç olarak onların üyelik modelleri daha ciddi olmaya yatkın ve daha önceden belirlenen iki türden yapılmıştır. Dahası inançlarından yola çıkarak hem kurtuluş sistemini bulan hem de ruh olarak gerçek kimliklerini yeniden keşfedenler otorite mevkilerinin epistemolojik bir otoriterliğe doğru eğilimli olduğunu gösteriyor.  Son olarak biri tefsir aylaklarını belirtmiş olabilir ki o kimseler oraya aslında ilk önce faydacı nedenlerle gidip fakat zamanla tamamen dünyayı Brahma Kumaris yönünden tarafını geliştirdikten sonra ta olarak kendini ona adamışlardır örneğin meditasyondan faydalanmak.
Bu farklı seviyeler ve üyelik tarzları küçük nükleer çekirdek olarak en iyi şekilde öngürülmüş ve üyeleri çok az yada hiç katkı yapmayan ve Brahma Kumaris çevresine girip çıkan muazzam birey grupları tarafından çevrelenmişlerdir (bkz also Babb 1986:131-2; Howell & Nelson 1997:8-9).  Aynı şekilde bireyler halkanın merkezinde yer alırken, Raja Yoga onların hayatında ve kimlik algılarında egemen rol oynayabilir fakat bu halkanın kenarlarında duranlar daha az etkilenebilir. Örneğin merkezdekiler cinsi münasebetten uzak durma, içki içmeme, oruç tutmak dahil gibi sıkı saflık kurallarına bağlıyken ve de düzenli bir şekilde meditasyon yaparken bu halkanın kenarında kalanlar üniversitenin merkezindekilerin inançları ve öğretilenler alakalı çoğu şeyi bilmiyorlar hatta önceden bahsi geçen konulardan bile bihaberler. Bu nedenle örneğin katıldığım gözlemleri yürüttüğüm Brahma Kumaris merkezinde tüm etkinliklerin hepsine katılan tek kişi koordinatörün kendisiyken 300 den fazla insan geçen 10 yılda oradaki etkinliklere katılmış ve yarı uygulamalı üyelerin ( bir yılda ortalama 5 etkinliğe katılanlar) sayısı 10dan azdır.

Son olarak farklı tarzda açıklamaların ve araştırması ya da onların diğer geleneklerle ve büyük toplumlarla etkileşiminin hem organizasyonel hem de bireysel seviyede Brahma Kumaris tarafından kullanılan doğrulama 

Onların dış dünyayla bağlantısında Brahma Kumaris dışarıdakilere garip ve sıra dışı gözükebilen inançlarını sorulduğunda açıklamak ve inançlarının görünüşünü doğrulamak için bir sürü strateji kullanır. Örneğin tarihsel olarak daha önce geldiğini iddaa ettiği ve tüm dünya dinlerinin Raja Yogadan türediği inançları yada tüm insanlığın bildiği onun kıyametten daha önceden tarihlendirildiği inançları. Bu tür bir bilişsel bir uyumsuzlukla uğraşabilmek için, üyeler bilinçlilik metaforunu kullanır. Tanya Luhrmann’nın sihirbazın var oluşun farklı aşamaları veya bölümleri arasındaki ayrımına benzer bir şekilde, o ruh bilinci ve beden bilinci bilgisi arasındaki ayrımı içerir.Bu daha sonra üyeleri dış dünyadaki eleştirilerden uzak tutmaya ve bu tür eleştirilerin oluşma nedenine makul bir açıklama getirmeye hizmet eder. Yine Luhrmann tarafından sorgulanan sihirbazlarınkine benzer bir tavırla, kendini bu işe adamış üyeler farklı zamanlarda farklı kişilere yapılan iki tür bilinçlilik arasındaki ilişkinin farklı açıklamalarının bir yığınını ( genellikle tutarsız ) çalıştırır. Fakat genel anlamda bu iki aşamaya karşı üç farklı yaklaşım içerir: Ruh bilinçliliğinin gerçek beden bilinçliliğinin sahte olduğu bir dogmatic iddia ; ruh bilinçliliğinin doğru olduğunun fakat vücut bilinci bağlamında yeterli derecede açıklanamadığının ya da anlaşılamadığının ve sonuç olarak her bilginin birbiri ile ilişkili olduğu ve sonunda bir tür kişisel inanç ya da fikir olduğu iddiası.

Kendileri arasında onların kesin gerçeği ya da yanılgısı bağlamında bilinçliliğin iki türü arasında genellikle dogmatic ayrım yaptırır ya da Giddensı özetlemek gerekirse, sonuçlarını dikkate almadan formülsel gerçekleri öne surer. Diğer bir deyişle, başkalarının inandıkları ve kendi inandıkları şeyler arasındaki uyumsuzluğu kabul ederler ve birinin doğuştan doğru ve diğerinin tanımlandığı gibi yanlış olduğunu tartışmak için onu kullanırlar. Böylece bir yandan dış dünyanın yanlış bir vücut bilinci bilgisi (örn: Bilimsel, tarihsel, arkeolojik )varken diğer yandan üniversite gerçek ruh bilinci bilgisini ortaya çıkardı.Sadece üniversitedekiler bunun farkında olmasına rağmen, bu daha sonra üyelerin vücut bilinci olanların yanlış ya da tam tersi olarak görünmesini tartışmalarına izin verir.Örneğin; üyeler tanrının söylediği dizeler arasından ya da ortaya çıkan fikirden referans alarak cevap verecekler. Açıklamanın ikinci türü dışardakilerle üyelerin ilişkilerinde başlıca yoksun bırakılır ve daha çok bir serbest bırakmayı ve iki aşamalı bilinçlilik arasındaki ilişkinin bağıntıcı yaklaşımını temsil eder. Önceki örnekte görüldüğü gibi bu iddia için yapılan doğrulamalar geleneğin kendi otoritesine doğrudan bağlantı olmadan büyük bir kısmı yapılmasına rağmen, ruh bilinçliliği objektif bir şekilde doğru olarak sunulur.Dahası bir önceki durumda yaklaşım sık sık belirsiz olmasına rağmen akademik söylemlerin kabul görmüş diğer türleri ile ya da bilimsel rasyonalizmle Raja Yoga nın doğasını açıklama girişiminde bulunulacak. İlk deneysel açıklamalara baktıklarında üyeler dışardakilere inançlarını iletmek için ve ayrıca gerektiğinde entellektüel ya da  vücut bilinci terimlerinin uyumsuzluğunun aslında sorun olmadığı gibi göründüğünü tartışmak için onların kendi deneyimlerine dikkatlerini çekerler. Diğer bir deyişle, onlar  aynı anda epistomalojik bireyciler ve evrenselciler olacaklar;onlar deneyimleri yoluyla gerçeğe ulaştıkları görüşünüve bu gerçeğin evrensel bir düzen olduğunu savunurlar (Heelas1998). Halbuki akademik söylemlerin türleriyle bağlantılı Raja Yoga’nın özeliklerini haklı çıkarmak yada böyle deneyimleri sıkı sık açıklama girişiminde bulunmak ve öznellik yada fantezi olarak dışarıdakiler tarafından böyle deneyimlerin algılanmasının üyeler farkındadır. Özellikle üyeler vejetaryanlık, pozitif düşünme ve meditasyonun fiziksel ve duygusal faydaları için bilimsel yada psikolojik bir kanıt sunacaklar. Buna benzer şekilde, Blake, Huxley, Jung, ve Maslow gibi belirli yazarlar kendi gelişimini ve insan potansiyelini ilgilendiren iddaları desteklemek için uğraşmışlardır.

Dahası bilimsel açıklamalar ortaya çıkmış fikirlerin ahenkli olduğu yerde sık sık ayrıca yoksun bırakılır ve ahenkli olmadıkları yerde reddedilir. Örneğin üyeler hem zamanın doğrusal modeli, dinazorların varoluşu hem de insan uygarlığının kabul görmüş uzunluğu arasındaki diğer şeyleri eleştirmek için radyokarbon tarihlemesinin, jeolojinin ve evrimsel teorinin geçerliliğine ilişkin tartışmalar öne sürerler (bkz O'Donnell 1995:81-2). Baş üye Jagdish Chander (1988:98), örneğin evrimcilerin ve antropolojistlerin hayallerinin yüzlerce insanı nasıl müzeler, dergiler ve kitaplar yoluyla yanlış yönlendirdiğini eleştirir ve The Eternal World Drama kitabındaki bölümleri “evrim teorisi evrensel olarak kabul edildi mi?, gibi konulara adar”. Ona karşı bazı önemli bilim adamlarının gürüşleri, yada insanın maynunun atası olduğunu mu yada insanın bir maymun haline mi geldiği ve dünyanın e kadar eski olduğu, onların tahminlerinin sürekli gözden geçirilmesi ve bilimadamları arasındaki büyük tartışma gibi konulara adar.  Bu bakış açıları ayrıca üniversitenin gazetesi Purity de  the Press de Gleanings ve 'Mr Wise'ın yazılarında ayrıca latent formda ifade edilir. Başlangıçta nüfus istatistikleri küresel ısınma tahminleri ve kamu değerlerinin çürütüldüğü hikayeleri gibi ortaya çıkmış fikirlerin özelliklerini destekler görünebilen dünya olayları sunulur. Benzer şekilde Mr. Wise’ın yazısı bilimsel ortodoksluğun belirli özelliklerine karşı tartışmak için soktatik bir münazara formu uygular ve sonunda her zaman bu sonucu elde ederek ortaya çıkmış fikre başvurur (ironic olarak adlandırıldı). Mr. Wise (Brahma Kumaris’in görüşünü yansıtan) sorgulayıcının doğru olduğunu “söyleyemez”  ve kabul eder.

Bu durum bilinçliğin iki türüne karşı belirsiz bir oryantasyon sunar: onların bağlantılı gerçeklik ve yanılsamaya aynı anda inanmaları çeşitli iddaları desteklemek için gerekli yerlerde sonrakini ifade etmesi. Buna ek olarak bir münazarayı sonlandırmak için yada belirli soruları çürütmek için yoksun bırakılan daha once fundamentalizm ve baglantıcılık arasındaki bilinçliliğin iki türü arasındaki ilişkiyi göz önüne alarak orta bir pozisyonu yansıtır. Bu hem bilinçliliğin türlerinin kıyaslanamaz olduğu ve hemde bundan dolayı bir inanç meselesi olduğu tartışmasını içerir. Böyle yaparak bir pozisyonun gerçekliği üzerinde vis-à-vis bir diğerinin yanlışlığı üzerinde çok az yada hiç vurgu yapılır yada hiç yapılmaz. Fakat böyle bir ayrımonu destekleyenin gözünde doğrunun tek başına varolduğu yer olan radikal bir perspektivizmle terk ediliyor görünür. Benzer şekilde kıyamet biliminin ortaya çıkardığı Lekhraj gerçeği için Brahma’nın savunduğu şey dil oyunlarına bölünür. O bir nükleer kıyamet, ”yıkım” yada “dünyanın dönüşmesi” mi? ve aslında hangi metaforun kullanıldığı fark eder mi.

Gelenek Ve Yakın Modernite

19. yüzyılda algılanmasından beri “gelenek” ve “modernite” arasındaki gerilim sosyal teorinin önemli bir özelliği halini aldı. Böylece örneğin modernitenin rasyonellik ve süreç tarafından karakterize edildiği ve dört gözle beklendiği yer gelenek ve geleneksellik hepsinin alakasız, dogmatik batıl ve gericilik olduğu görüldü (Shils 1981). Bu şekilde “geleneğin” artan bir şekilde ve aslında çağdaş sosyal analiz yoluyla doğrudan arta kalmış bir katagori haline geldi. Bundan dolayı o “modernite” olarak tamınlanan ne varsa ona, diğer kültürlerde onların ne olduğuyla bağlantılı olan bizim şu günkü halimize ve geçmişte ne olduğumuza karşı kavramsal biri ikilem görünür dahası modernitenin açıklanması geleneğin artan erozyonun bir açıklaması bir defacto haline geldi. Birçok yönde ifade etmiş olduğum gibi Giddens’ın eseri durağan ve plansız bir ritual olarak devam eder ve geleneğin bu modernist “efsanesini” geliştirir. Aslında onun tüm bu tezinin yakın modernite ve onun sahip olduğu yansıtıcılık ve geleneksellik arasındaki temel ayrıma dayandığı tartışılabilir fakat az öncede  ifade ettiğim gibi Giddens bazı yerlerde bu fikri reddiyor gibi görünebilir ve Shils’in serine (1981) dikkat çeker, geleneğin bir nebze yansıtıcı olduğunu sürekli yeniden icat etme ve yeniden yorumlamaya açık olduğunu ve bundan dolayı modern ve gelenek arasında sürekliliklerin var olduğunu hiçbirinin tek başına bir kıyafet olmadığını tartışır (Giddens 1990:4). Bu yazımda bir önceki birlikte varoluş durumunun lehine tartışarak Giddens’ın teziyle birlikte bu iki çözülmemiş noktaya dikkat çekmeye çalıştım (Heelas 1996a). Özellikle; the Brahma Kumaris World Spiritual Universitesi günümüz geleneğinde bulunan yansıtmanın farklı türlerini ve seviyelerini ve de doğayı araştırmak için Mellors’ın “yansıtma geleneği” kavramına dikkat çektim. Bu bağlamda Brahma Kumarisde üç ana deneysel yerin altı çizilerek vurgulandı ki yansıtmanın yüksek derecesini göstersin. Aslında makro seviyede Brahma Kumaris’in ilk yıllarında ki dünyayı reddetmeden şimdi ki ikilemine kadar dünyaya doğru uyumunda devam eden bir dönüşüm var. Bununla bağlantılı olarak şunları belirtebiliriz; Brahma Kumaris gelişmekte olan derslere dikkat çektirdi ve diğer geleneklerin ve felsefelerin maneviyatlarını sırayla asimile ettirdi; Brahmanimden Sannyasis akımına, Hristiyanlıktan Yeni Çağ ve İnsan Potensiyeli akımlarına.  

İkinci olarak Brahma Kumaris’in 'cultic milieu' cezbetmek için devam eden cabaları sonucunda kendi maneviyatının ve insan potensiyelinin cesaretlendirici mesajlarıyla hala kendi orijinal binyılcılığını elinde tutarken bir sürü farklı üyelik şekli ortaya çıktı. Bu şöyle sıralanır; çekirdekte olup akıma kendini tamamen teslim etmiş olanlar akımın katı saflık kurallarını takıp eder ve binyılı bekleyenler, meditasyon tekniklerin kullanan yada stressiz yaşam derslerine gelen kişisel yada maddi çıkarları için gelen dışardakiler.  Son olarak üniversite tarafından yabancılara üyeliğin açıklamasında ve Raja Yogayı dogrulamada kullanılan çeşitli karmaşık teknikler ve stratejiler vardır.     

Sonuç

Özetlemek gerekirse günümüz geleneklerinin çalışmalarının üç önemli durumda kendilerine gönderme yapmaları gerektiği fikrine katılıyorum. Öncelikle radikal geleneksizleştirme tartışmasının ya o ya da o kalıbından öteye çıkma ve yerine “ve”ye bakmak- göreceli durağanlık ve günümüz geleneklerindeki yansımalar arasındaki ilişki. İkinci olarak hem günümüz dünyasındaki geleneğin değişen doğasına bakma hem de daha özellikli detaylı etnografide ki özel geleneklerdeki değişimler ve gelişimlere bakma ihtiyacı. Ve son olarak belki de en önemlisi –deneysel aşamada araştırma ihtiyacı- bazı geleneklerde bireyler ve sosyal gruplar için devam eden cazibe. Bu konulara Giddens’ın geç modernite sosyolojisinde yeterince değinilmediğini düşünüyorum dahası Giddens geleneği moderniteyle karşılaştırılabilen bir şeye karşıymış gibi gösterme eğilimindedir. Yazımın çekirdeği bu görüşe bir eleştiridir ve ne geleneğin ne de modernitenin bütünden ayrılamayacağını anlatır ve çağdaş geleneklerin doğru sosyolojileri kendilerini öncelikle mevzunun hem yansıtıcı hem de durağan elementleriyle ikinci olarak –eğer artmıyorsa- geleneğin çağdaş bireylere devam eden çeşitleriyle alakalandırması gerekir.

Notlar

1 Giddens şu formlardan ikisini tanımlar: Soyut Sistemler (sembolik jetonlar, para gibi değiş tokuşun standartlaştırılmış hali), ve Uzman sistemler ( hayatın tümüne işleyen teknik uzmanlık formları)

2  Brahma Kumarisle alakalı daha fazla tartışma için bkz Walliss (1999), Babb (1986), Howell and Nelson (1997), ve Whaling (1995).

Yazar Hakkında Detaylar

John Wallis Sheffield Üniversitesinde doktorasını tamamladıktan sonra Warwick Üniversitesi Sosyoloji departmanında halen yarı zamanlı olarak çalışmaktadır. Araştırdığı konular genellikle sosyal teori ile dinin sosyolojisi arasında ki ilişkidir. Ek olarak Friedrich Nietzsche felsefesindeki dini yerlere seyahat etmek ve keşfetmek ilgi alanlarındandır. Onun şuan ki araştırma konusu günümüz maneviyatının etnografisi ve Graham Hancock’un “fringe” arkeolojisinin sosyolojik analizidir. O ayrıca 2002 de yayımlanacak olan doktorasını yeniden çalıştığı kitabı üstüne çalışmaktadır.
Enstitü Adresi:  John Walliss, Dept. of Sociology, University of Warwick, Coventry, CV4 7AL
Email: jwallissl@aol.com 

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin

Mevlana


...
Üzülme, dert etme can.
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan,
yürüyebiliyorsan ne mutlu sana.
Elinde olmayanları söyleme bana.
Elinde olanlardan bahset can.
Üzülme.
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış.
Bil ki, güzellikler de var bu hayatta.
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaştırır,
Kaybetmek sabrı öğretir.

My Dear ISTANBUL

My Dear ISTANBUL