My Motto

Be compassionate to the needy, Neither squander wealth nor hoard it. Never lose your sense of shame, if questions are asked of you, answer them frankly but do not ask too many yourself. Be manly and of good cheer. Never kill a foe who is begging for mercy and be ever loyal in love

Own your own way

Do Not Go Where The Path May Lead, Go Instead Where There Is No Path And LEAVE a TRAIL ....
By R. Waldo Emerson

Saturday, May 2, 2015

Türk Kimliği



Türk Kimliğinin Ortaya Çıkışı ile Türklerin kendilerine Türk demeye başlaması, Türk Kelimesinin anlamını ve İlk Türk toplumları hakkında araştırma notları.

Türk’lük kavramının ortaya çıkışı bugün Türk olarak tanımladığımız toplumların tarih sahnesine çıkması ile neredeyse yaşıttır. Bunun yanında “Türk” ifadesinin nasıl ve ne zaman kullanılmaya başlandığı ile ilgili yoğun bir handikap ve bilgi kirliliği mevcuttur. Araştırılması ve bu araştırmaların arkeolojik çalışmalarla teyit edilmesi çok zor olan Asya tarihi maalesef kimi tarihçilerin keyfe keder yorumlarlarıyla ciddiyetsiz bir hal almış durumdadır. Günümüzde yapılan detaylı araştırmalarda ve Türk’lerin ilişkide bulunduğu toplumların tarihlerinde kendi Tarihimizin izlerine rahatlıkla ulaşabiliyoruz.

Türk toplumlarını teşkil eden “Amerind - Beyaz Irk” melezi Ön Türk’ler,  tarih sahnesine iki koldan (Aral Gölü ve Tanrı Dağları) çıkmış, bu iki kol 4.000 Yıl önce ÖTÜKEN’de birleşerek yeni bir toplum oluşturmuştu. M.ö. 2.000 li yıllarda ortaya çıkan bu toplum artık Kendisine “Türk” demeye başlamıştır. Zira Aral’dan gelen Ön Türk kolu, buraya göç etmeden önce kendilerine “Türk” demekteydiler. Aral Kolundan gelen Ön Türk’lerin kendilerine Türk demeleri, Tanrı dağlarındaki buluşmadan 1000 yıl önce başlar. Dolayısıyla Türklük kavramının kaynağına ulaşmamız için Kendilerine ilk Türk diyen Aral’lı Ön Türk kolunun üzerinde yoğunlaşmamız gerekecektir.

Aral’lı Ön Türk’ler tarih sahnesine -8.000’li yıllarda çıkmışlardı. Kuzeyden inen Amerind’ler ile Aral Gölünün yerlileri olan Beyaz Irk mensubu iki toplum burada akrabalık bağı kurarak uzun yıllar yaşamış ve en eski Ön Türk toplumunun temellerini oluşturmuşlardı. Kendilerine henüz “Türk” demeyen bu toplum, binlerce yıl yaşadıkları Aral Gölü, Hazar Denizi ve Doğu Kafkasya bölgelerindeki müstakil yaşantılarını şartların gereği olarak medeni yaşama dönüştürmeye başladılar. Boylar ve Aşiretler halinde yaklaşık 4 Bin yıl yaşayan bu toplumlar yaşamın kaynağı olan sulak bölgeler üzerinden göç hareketlerine giriştiler. Bu göç hareketleriyle birlikte ulaştıkları Mezopotamya’da yeni bir otoriter sistem inşa ettiler. M.ö. 4.000’li yıllarda giriştikleri bu göç hareketi ile Dünya Medeniyetin temellerini atan Sümer Devletler topluluğunun kurucu unsuru oldular.

Sümerleri tek başına bir ülke yada müstakil bir toplum olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Kuzeyden gelen Ön Türk kolları, bu bölgede Mezopotamya’nın yerli unsurları ile birlikte yaşayarak teşkilatlı bir yönetim düzeni oluşturdular. Bu tarihe kadar Mezopotamya’da bir medeniyet kurulmamıştı ve belli bir toplumun vatanı olarak kabul edilmemekteydi. Daha önce Devlet ve Medeniyet tecrübesi olmayan bu toplumlar bir nevi Birleşmiş Milletler halinde kurallara dayalı, birbirleri ile iyi komşuluk ilişkilerini esas almış bir ortak yönetim biçimi oluşturdular. Tarihçiler, günümüzde bu yönetime “Site Devletleri” adını verirler. Bu yönetim biçiminde her toplum kendi Şehrinde yaşıyor, kendi Kralı tarafından yönetiliyor ve diğer toplumların yönetimlerine karışmıyordu. Bunun yanında tüm Sümer Şehir Devletleri aynı dini inanışlara sahip, aynı dili konuşan, aynı toplumsal kurallar ve birbirine çok benzeyen yaşayış şekilleri ile varlıklarını devam ettirmekteydiler. Bu yönetim biçimi binlerce yıl ayakta durmuş, medeniyetin temeli olan Yazıyı keşfetmiş ve kullanmaya başlamış, toplum olarak güçlendikçe sayıları hızla artmıştır.

Pek çok tarihçi Sümer Devletinin kurucularının Asya’lı olduğunu kabul eder. Asya’dan göç ettikleri ve Beyaz Irk’a mensup Yuvarlak Başlı (Brakisefal) bir ırk olduğu kesin olarak tespit edilen Sümer toplumunun Türk Alfabesi ve Türkçe ile çok yakın bağıda Sümerlerin Ön Türk kökenli bir devlete sahip olduğunu açıkça ortaya koyar.

Kuzeyden inen Ön Türk toplulukları da bu Site Devleti içerisinde Kurucu Unsur olarak yer almış ve varlıklarını Sümer Medeniyeti içerisinde devam ettirmişlerdir. Bu toplumun kendisine TÜRK demesi de, Sümer Site Devletlerine katılmasından birkaç yüz yıl sonra gerçekleşir. Zira Sümerlerin son dönemlerinde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olduğu ortaya çıkmıştır. Sümer Devletini yıkan Akadların (Arapların Ataları) Kralı Naramsin, Sümer Devletlerine açtığı savaşta mücadele ettiği Şehir Devletlerinin ve Krallarının isimlerini yazıya dökerek kayıt altına almıştı. Bu kayıtlarda TÜRKİ adlı bir Şehir devleti olduğu, Kralının adının İL-şu Nail olduğu belirtilir. Hem ülkenin isminin TÜRKİ olması, hemde Kralın unvanının Türkçe olması bu şehir devletinin ilk TÜRK devleti olduğunu ortaya çıkartmaktadır.

Sümerlerdeki TÜRKİ adlı Site devletinin varlığı ve halkının Türkçe konuşuyor olması bu toplumun ilk Türk Devleti olduğunu ortaya koyuyor. Peki Sümerlerin son dönemlerinde varlığı kesin olarak ortaya çıkan TÜRKİ Devleti ne zaman vücut buldu ve tarih sahnesine çıktı?

Sümer araştırmacıları, Sümerlerin kurulduğu ilk dönemlerde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olmadığını belirtiyor. Yani Sümerlerin ortaya çıktığı -3.500 lü yıllarda TÜRKİ adlı bir toplum yoktu. Aral boylarındaki Ön Türkler, Sümer devletinin kuruluşunda asli unsur olarak rol oynadığında kendisine TÜRK unvanı vermemişti. Bu unvanı birkaç yüz yıl sonra Büyük Tufan sonrasında edindiler.

Sümerler, kurulduktan yaklaşık 500 yıl sonra Mezopotamya topraklarında büyük bir Tufan meydana gelmişti. Bu tufan, geniş bir coğrafyada etkili olmuş, çok sayıda insan sular altında kalarak ölmüş, medeniyetler ve şehirler önemli ölçüde yok olmuştu. Bulgulara göre bu Tufan -3.000 yılları civarında gerçekleşti. Zira Tufan’a ait bilgiler Tufanın Sümerler döneminde yaşandığını ortaya koymaktadır. Tufandan ilk bahseden yazılı kayıtlar -2.500 yılına aittir. Yani Tufan -2.500 lü yıllardan daha önce meydana gelmiştir. Sümerlerin yazıyı -3.200 lerde kullanmaya başladığını ve pek çok yazılı eser bıraktığını düşünürsek Tufanın yaklaşık olarak -3.000 yıllarında meydana gelmiş olduğu sonucuna varabiliriz. Bu Tufan, aslında pek çok kişinin bildiği Nuh Tufanıdır. Zira Tufan ile ilgili destanlar, hikayeler ve kayıtlar Kuran’da belirtilen Nuh Tufanı ile birebir örtüşmektedir.

Yaşanan Tufan sonrası Sümer Devletler topluluğu halen ayaktaydı ve güçlü bir yapıya sahipti. Düşünülen odur ki, Aral gölünden Mezopotamya’ya inen Ön Türk’ler burada kurdukları Şehir Devletini Tufan sonrasında yeni bir inanışa göre yeniden adlandırdılar. -3.000 lerde yaşandığı düşünülen Tufan’dan sonra Hz. Nuh, çocuklarını toplumların başına Lider olarak göndermişti. Arap Tarihçilerinin bu konuda yaptıkları araştırmalar oldukça ilginçtir. Bu araştırmanın sonuçları bizi Aral Gölünden Mezopotamya’ya göç eden toplumların tufandan sonra kendilerine TÜRK ünvanı verdiği gerçeğine ulaştırıyor.

Nuh Tufanına ait bilgiler hem kulaktan kulağa yayılan ve masallaştırılan efsanelerde, hem Tarih araştırmacılarının elde ettiği muhtelif tespitlerde, hem Tevrat ve İncil’de, hem de Kur-an’ı Kerim’de geçmektedir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgiler Hz. Nuh’un oğullarından yeni nesiller türediğini belirtiyor. Burada “Türemek” kavramı muhtemeldir ki hem kendi soyunu devam ettirmek hem de toplumların liderliğini üslenmek olarak edebi bir dille ifade edilmiş. Zira Tufandan önce varolan kavimlerin birçoğu Tufandan sonrada varlıklarını devam ettirmiştir. Arap tarihçi ve yazar Said bin El-Müseyyeb Nuh’un Ham, Sam ve Yafes adında üç oğlunun olduğunu ve bu oğullarının soylarından kavimler meydana geldiğini belirtir. Bunun yanında Nuh’un oğullarının soyundan gelenlerin isimleri de bu araştırmalarda ulaşılan önemli bilgilerdendir. Bu bilgiler bize hem Türk toplumunun hem de komşusu olan diğer toplumların nasıl kimliklerini kazandıklarına dair önemli ipuçları verecektir.

Gılgamış Destanı, Hatti Kayıtları, Sümer Yazıtları, Tevrat, İncil ve Kur-an’ı Kerim’de elde edilen bilgiler ışığında ortaya çıkan bilgiler, Hz. Nuh’un çocuklarının ve  çocuklarından olan çocuklarının (Torunlarının) isimlerini şu şekilde tespit etmiştir ;

Hz. Nuh’un oğulları Ham, Sam ve Yafes.

Ham’ın Oğulları ; Kuş, Mizraim, Put, Kenan.

Sam’ın Oğulları ; Elam, Asşur, Arpaçşad, Lud ve Aram.

Yafes’in Oğulları ; Türk, Gomer, Mogog, Madai, Javan, Tubal, Meşeç, Tiras.

Hz. Nuh’un çocuk ve torunlarının isimleri mutlaka tanıdık gelecektir. Zira Türk kavmine olduğu gibi pek çok kavme isim babalığı yapan bu isimler, hem dünya medeniyetini yeniden inşa etmiş, hem temel kültürleri oluşturmuş hem de Dünyanın demografik temellerini atmıştır. Bu isimlerden en tanıdık gelenleri  Elam’ın başına geçtiği kavim Elamlılar olarak anılmış, Asşur’un başına geçtiği kavim Asurlular olarak anılmış, Aram’ın başına geçtiği kavim Aramiler olarak anılmış, Arpaçşad’ın başına geçtiği kavim Araplar olarak anılmış, Türk’ün başına geçtiği kavimde Türkler olarak günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.

Aslında bu bilgi yakın zamanda ortaya çıkmamıştır. Binlerce yıldır bilinen, Bozkır Türk’lerince efsane olarak babadan oğula anlatılan bir mitdir ve Selçuklu döneminde Anadolu ya giren Türkler içerisinde bile anlatıla gelmiştir. Öyle ki Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Atatürk tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu da bu bilgiyi Halk dilinden kaleme almış ve gerçekliği üzerinde araştırmalar yaparak itibar etmiştir.  Bu bulgular ışığında Atatürk de Türk’lerin kökenini Nuh’un torunu Türk’e dayandırmıştır. Bunun yanında ilginçtir ki Bozkır efsanelerinde söz edilen unsurlara Arap efsanelerinde de rastlanmaktadır. Birbirleriyle ilk teması M.s. 8. Yüzyılda gerçekleşen Türkler ve Araplar, aynı efsaneyi bu ilk temastan yüzlerce yıl önce yazıya dökmüştü. Elbette literatür tarihçileri bu bilgiye efsane ve masal olarak bakmış, itibar etmeyerek ciddiye almamıştır. Oysaki yakın zamanda ortaya çıkartılan Sümer yazıtları, Hatti yazıtları, Gılgamış destanı, Arap tarihçilerinin araştırmaları, Etimolojik ve Arkeolojik bulgular her halükarda bu tezi desteklemekte ve gerçekliğini ortaya çıkartmaktadır.


Artık bugün, tarafgir nitelikleri açıkça ortaya çıkmış, yanlı tezleri birer birer çürütülmüş batılı politik tarihçilerin literatüre geçirdiği kusurlu ve yanıltıcı bilgilere itibar etmek yerine tarihsel bulguların ve kesinlik kazanmış delillerin bizi ulaştırdığı mantıkla ortaya çıkan ve bizzat Halkın Tarihiyle teyitlenen bu bilgiye itibar etmeli ve sahip çıkmalıyız.


Çanakkale Şehitlerine, To Dardanelles Martyrs





Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
What is that Bosphorus war? Is there an equivalent to it in the world?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Four or five of the most dense armies are pressing 

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
In order to go to Marmara finding a way through the hill

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
To a very small land besieged by many navies.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
What a dishonarable gathering, because of it horizons are overcast.

Nerde-gösterdiği vahşetle ´bu: bir Avrupalı´
Where is “This is an European.” with the violance he shows?

Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
This wild, numb hyena group makes you say this.

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
They came being opened their cages

Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Old world, new world, all the nations of men

Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
They are boiling like sand, is it Armegeddon?, truely it is.

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Seven nations of the world stand in front of you.

Avusturalya´yla beraber bakıyorsun: Kanada!
You see Australia together with Canada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Faces are different, languages, skins are colourful

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
There is a simple thing obvious: wildnesses are equal

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Some of them are Indian, some of them are cannibal, I dont know what the heck the others.

Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
This disgraceful invasion is a lowness even for plague

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Oh that 20. century, that noble thing

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
All of its favored ones are truely wretched.

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
It threw up for months standing in front of dear Mehmets

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
It threw out the secrets in its stomach without shame.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
If the mask wasnt torn, that face would be still adorable for us.

Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
The whore called civilization is truely shameless.

Sonra mel´undaki tahribe müvekkel esbâb,
The reasons which cause the destruction at the cursed

Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
They are so terrible, even each one of them can destroy a land.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Thunderbolts are tearing the horizons to pieces from the other side

Beriden zelzeleler kaldırıyor a´mâkı;
Earthquakes lift up the depths from this side.

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
The thunderbolts of bombs are going down through the brains of every shelter

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
They go out on the chest of those brave soldiers.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
There are thousands of underground tunnels like hell under the earth.

Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
And hundreds of men who the mines thrown burnt.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
Sky is bringing down death, earth is spewing out dead.

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
What a terrible blizzard it is, wreck of men is thrown into the air.

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Head, eye, body, leg, arm, chin, finger, hand, foot

Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
They hail onto ridges, valleys

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Those coward hands in armor are scattering

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Floods like thunderbolt volleys, torrents from fire

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
They are giving fire to chests open,

Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Many planes, while going around in groups.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Missiles splattering cannonballs are more frequent than cannon and gun.

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Watch the brave army, it laughs at that threat.

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Neither it wants steel bastions nor it is afraid of its enemy.

Alınır kal´â mı göğsündeki kat kat iman?
Is a strong faith a fortress which can be taken?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Which power can make it bow down to its oppression?

Çünkü te´sis-i İlahi o metin istihkâm.
Because that stronghold is an establishment of God.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
The location of fortified buildings can be surrounded and can be taken

Beşerin azmini tevkif edemez sun´-i beşer;
The creation of human cant arrest the will of the humanity.

Bu göğüslerse Hudâ´nın ebedi serhaddi;
As for these chests, they are eternal borders of God.

´O benim sun´-i bedi´im, onu çiğnetme´ dedi.
“It is my beautiful creation, dont allow it to be run over.” He said

Asım´ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
I was talking about the generation of Asım, it is truely a generation:

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Look, it didnt allow its honor to be run over, it will not.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
Look at the mountains and rocks, they are the bodies of martyrs.

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Except Rüku, it is impossible to make heads bow.

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
He lies down shot from his so clean forehead.

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
For the sake of a crescent, oh God, many suns set.

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
O Soldier who fell down to the ground for this land!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
It would worth it if the forefathers kissed coming down that clean forehead

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
How great you are, your blood saves the Tevhid.

Bedr´in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Only the lions of Bedir were this much glorious.

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
Who can dig the grave which will not be narrow for you?

´Gömelim gel seni tarihe´ desem, sığmazsın.
If I said “lets burry you into history”, you wouldnt fit into

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
That book isnt enough even for the eras you shook

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
Only eternities can embrace you.

´Bu, taşındır´ diyerek Kâ´be´yi diksem başına;
If I put Kaba around your head saying “This is your grave stone”

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
If I heard inspiration of my soul and wrote it on your stone

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Then, If I took vault of heaven with the Rida name

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
If I pulled it to your tomb with its all stars

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
And if I made it a ceiling to your shrine open with purple clouds

Yedi kandilli Süreyyâ´yı uzatsam oradan;
 If I sent seven candled Süreyya from there

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Under this chandelier,covered with your blood

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
While you were lying down, if I brought moon light near you at night

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Like caretaker of your shrine, if I made it wait untill day light.

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
In morning, if I made your chandelier full of day light.

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
If I wrapped the tulle covered west to your wound at nights.

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
I wouldnt say that i did much to honor your memory.
 
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
You, by breaking the attack of Crucifix people

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin´i,
You made the most beloved sultan of east, Salahaddin

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
An admirer of your greatness like Kılıç Arslan.

Sen ki, İslam´ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
You, while disappointment was sorrounding and choking Islam

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
You broke and tore that iron chain into pieces on your chest.

Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
You, your name visits stars with your soul.

Sen ki, a´sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
You, if you were burried into centuries, you would pour out.

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
These horizons cant come to you, this cihat cant embrace you

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Oh martyr son of a martyr; dont want grave from me

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

The prophet is waiting you his arms open.

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin

Mevlana


...
Üzülme, dert etme can.
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan,
yürüyebiliyorsan ne mutlu sana.
Elinde olmayanları söyleme bana.
Elinde olanlardan bahset can.
Üzülme.
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış.
Bil ki, güzellikler de var bu hayatta.
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaştırır,
Kaybetmek sabrı öğretir.

My Dear ISTANBUL

My Dear ISTANBUL