My Motto
Be compassionate to the needy, Neither squander wealth nor hoard it. Never lose your sense of shame, if questions are asked of you, answer them frankly but do not ask too many yourself. Be manly and of good cheer. Never kill a foe who is begging for mercy and be ever loyal in love
Own your own way
Do Not Go Where The Path May Lead, Go Instead Where There Is No Path And LEAVE a TRAIL ....
By R. Waldo Emerson
By R. Waldo Emerson
Tuesday, June 2, 2015
Saturday, May 2, 2015
Türk Kimliği
Türk Kimliğinin Ortaya Çıkışı ile
Türklerin kendilerine Türk demeye başlaması, Türk Kelimesinin anlamını ve İlk
Türk toplumları hakkında araştırma notları.
Türk’lük kavramının ortaya çıkışı
bugün Türk olarak tanımladığımız toplumların tarih sahnesine çıkması ile
neredeyse yaşıttır. Bunun yanında “Türk” ifadesinin nasıl ve ne zaman
kullanılmaya başlandığı ile ilgili yoğun bir handikap ve bilgi kirliliği
mevcuttur. Araştırılması ve bu araştırmaların arkeolojik çalışmalarla teyit
edilmesi çok zor olan Asya tarihi maalesef kimi tarihçilerin keyfe keder
yorumlarlarıyla ciddiyetsiz bir hal almış durumdadır. Günümüzde yapılan detaylı
araştırmalarda ve Türk’lerin ilişkide bulunduğu toplumların tarihlerinde kendi
Tarihimizin izlerine rahatlıkla ulaşabiliyoruz.
Türk toplumlarını teşkil eden
“Amerind - Beyaz Irk” melezi Ön Türk’ler,
tarih sahnesine iki koldan (Aral Gölü ve Tanrı Dağları) çıkmış, bu iki
kol 4.000 Yıl önce ÖTÜKEN’de birleşerek yeni bir toplum oluşturmuştu. M.ö.
2.000 li yıllarda ortaya çıkan bu toplum artık Kendisine “Türk” demeye
başlamıştır. Zira Aral’dan
gelen Ön Türk kolu, buraya göç etmeden önce kendilerine “Türk” demekteydiler.
Aral Kolundan gelen Ön Türk’lerin kendilerine Türk demeleri, Tanrı dağlarındaki
buluşmadan 1000 yıl önce başlar. Dolayısıyla Türklük kavramının kaynağına
ulaşmamız için Kendilerine ilk Türk diyen Aral’lı Ön Türk kolunun üzerinde
yoğunlaşmamız gerekecektir.
Aral’lı Ön Türk’ler tarih sahnesine -8.000’li
yıllarda çıkmışlardı. Kuzeyden inen Amerind’ler ile Aral Gölünün yerlileri olan
Beyaz Irk mensubu iki toplum burada akrabalık bağı kurarak uzun yıllar yaşamış
ve en eski Ön Türk toplumunun temellerini oluşturmuşlardı. Kendilerine henüz
“Türk” demeyen bu toplum, binlerce yıl yaşadıkları Aral Gölü, Hazar Denizi ve
Doğu Kafkasya bölgelerindeki müstakil yaşantılarını şartların gereği olarak
medeni yaşama dönüştürmeye başladılar. Boylar ve Aşiretler halinde yaklaşık 4
Bin yıl yaşayan bu toplumlar yaşamın kaynağı olan sulak bölgeler üzerinden göç
hareketlerine giriştiler. Bu göç hareketleriyle birlikte ulaştıkları
Mezopotamya’da yeni bir otoriter sistem inşa ettiler. M.ö. 4.000’li yıllarda
giriştikleri bu göç hareketi ile Dünya Medeniyetin temellerini atan Sümer
Devletler topluluğunun kurucu unsuru oldular.
Sümerleri tek başına bir ülke yada müstakil bir
toplum olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Kuzeyden gelen Ön Türk kolları,
bu bölgede Mezopotamya’nın yerli unsurları ile birlikte yaşayarak teşkilatlı
bir yönetim düzeni oluşturdular. Bu tarihe kadar Mezopotamya’da bir medeniyet
kurulmamıştı ve belli bir toplumun vatanı olarak kabul edilmemekteydi. Daha
önce Devlet ve Medeniyet tecrübesi olmayan bu toplumlar bir nevi Birleşmiş
Milletler halinde kurallara dayalı, birbirleri ile iyi komşuluk ilişkilerini
esas almış bir ortak yönetim biçimi oluşturdular. Tarihçiler, günümüzde bu
yönetime “Site Devletleri” adını verirler. Bu yönetim biçiminde her toplum
kendi Şehrinde yaşıyor, kendi Kralı tarafından yönetiliyor ve diğer toplumların
yönetimlerine karışmıyordu. Bunun yanında tüm Sümer Şehir Devletleri aynı dini
inanışlara sahip, aynı dili konuşan, aynı toplumsal kurallar ve birbirine çok
benzeyen yaşayış şekilleri ile varlıklarını devam ettirmekteydiler. Bu yönetim
biçimi binlerce yıl ayakta durmuş, medeniyetin temeli olan Yazıyı keşfetmiş ve
kullanmaya başlamış, toplum olarak güçlendikçe sayıları hızla artmıştır.
Pek çok tarihçi Sümer Devletinin kurucularının
Asya’lı olduğunu kabul eder. Asya’dan göç ettikleri ve Beyaz Irk’a mensup
Yuvarlak Başlı (Brakisefal) bir ırk olduğu kesin olarak tespit edilen Sümer
toplumunun Türk Alfabesi ve Türkçe ile çok yakın bağıda Sümerlerin Ön Türk
kökenli bir devlete sahip olduğunu açıkça ortaya koyar.
Kuzeyden inen Ön Türk toplulukları da bu Site
Devleti içerisinde Kurucu Unsur olarak yer almış ve varlıklarını Sümer
Medeniyeti içerisinde devam ettirmişlerdir. Bu toplumun kendisine TÜRK demesi
de, Sümer Site Devletlerine katılmasından birkaç yüz yıl sonra gerçekleşir.
Zira Sümerlerin son dönemlerinde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olduğu
ortaya çıkmıştır. Sümer Devletini yıkan Akadların (Arapların Ataları) Kralı
Naramsin, Sümer Devletlerine açtığı savaşta mücadele ettiği Şehir Devletlerinin
ve Krallarının isimlerini yazıya dökerek kayıt altına almıştı. Bu kayıtlarda
TÜRKİ adlı bir Şehir devleti olduğu, Kralının adının İL-şu Nail olduğu
belirtilir. Hem ülkenin isminin TÜRKİ olması, hemde Kralın unvanının Türkçe
olması bu şehir devletinin ilk TÜRK devleti olduğunu ortaya çıkartmaktadır.
Sümerlerdeki TÜRKİ adlı Site devletinin varlığı
ve halkının Türkçe konuşuyor olması bu toplumun ilk Türk Devleti olduğunu
ortaya koyuyor. Peki Sümerlerin son dönemlerinde varlığı kesin olarak ortaya
çıkan TÜRKİ Devleti ne zaman vücut buldu ve tarih sahnesine çıktı?
Sümer araştırmacıları, Sümerlerin kurulduğu ilk
dönemlerde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olmadığını belirtiyor. Yani Sümerlerin
ortaya çıktığı -3.500 lü yıllarda TÜRKİ adlı bir toplum yoktu. Aral
boylarındaki Ön Türkler, Sümer devletinin kuruluşunda asli unsur olarak rol
oynadığında kendisine TÜRK unvanı vermemişti. Bu unvanı birkaç yüz yıl sonra
Büyük Tufan sonrasında edindiler.
Sümerler, kurulduktan yaklaşık 500 yıl sonra
Mezopotamya topraklarında büyük bir Tufan meydana gelmişti. Bu tufan, geniş bir
coğrafyada etkili olmuş, çok sayıda insan sular altında kalarak ölmüş,
medeniyetler ve şehirler önemli ölçüde yok olmuştu. Bulgulara göre bu Tufan
-3.000 yılları civarında gerçekleşti. Zira Tufan’a ait bilgiler Tufanın
Sümerler döneminde yaşandığını ortaya koymaktadır. Tufandan ilk bahseden yazılı
kayıtlar -2.500 yılına aittir. Yani Tufan -2.500 lü yıllardan daha önce meydana
gelmiştir. Sümerlerin yazıyı -3.200 lerde kullanmaya başladığını ve pek çok
yazılı eser bıraktığını düşünürsek Tufanın yaklaşık olarak -3.000 yıllarında
meydana gelmiş olduğu sonucuna varabiliriz. Bu Tufan, aslında pek çok kişinin
bildiği Nuh Tufanıdır. Zira Tufan ile ilgili destanlar, hikayeler ve kayıtlar
Kuran’da belirtilen Nuh Tufanı ile birebir örtüşmektedir.
Yaşanan Tufan sonrası Sümer Devletler topluluğu
halen ayaktaydı ve güçlü bir yapıya sahipti. Düşünülen odur ki, Aral gölünden
Mezopotamya’ya inen Ön Türk’ler burada kurdukları Şehir Devletini Tufan
sonrasında yeni bir inanışa göre yeniden adlandırdılar. -3.000 lerde yaşandığı
düşünülen Tufan’dan sonra Hz. Nuh, çocuklarını toplumların başına Lider olarak
göndermişti. Arap Tarihçilerinin bu konuda yaptıkları araştırmalar oldukça
ilginçtir. Bu araştırmanın sonuçları bizi Aral Gölünden Mezopotamya’ya göç eden
toplumların tufandan sonra kendilerine TÜRK ünvanı verdiği gerçeğine
ulaştırıyor.
Nuh Tufanına ait bilgiler hem kulaktan kulağa
yayılan ve masallaştırılan efsanelerde, hem Tarih araştırmacılarının elde
ettiği muhtelif tespitlerde, hem Tevrat ve İncil’de, hem de Kur-an’ı Kerim’de
geçmektedir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgiler Hz. Nuh’un oğullarından yeni
nesiller türediğini belirtiyor. Burada “Türemek” kavramı muhtemeldir ki hem
kendi soyunu devam ettirmek hem de toplumların liderliğini üslenmek olarak
edebi bir dille ifade edilmiş. Zira Tufandan önce varolan kavimlerin birçoğu
Tufandan sonrada varlıklarını devam ettirmiştir. Arap tarihçi ve yazar Said bin
El-Müseyyeb Nuh’un Ham, Sam ve Yafes adında üç oğlunun olduğunu ve bu
oğullarının soylarından kavimler meydana geldiğini belirtir. Bunun yanında
Nuh’un oğullarının soyundan gelenlerin isimleri de bu araştırmalarda ulaşılan
önemli bilgilerdendir. Bu bilgiler bize hem Türk toplumunun hem de komşusu olan
diğer toplumların nasıl kimliklerini kazandıklarına dair önemli ipuçları
verecektir.
Gılgamış Destanı, Hatti Kayıtları, Sümer
Yazıtları, Tevrat, İncil ve Kur-an’ı Kerim’de elde edilen bilgiler ışığında
ortaya çıkan bilgiler, Hz. Nuh’un çocuklarının ve çocuklarından olan çocuklarının
(Torunlarının) isimlerini şu şekilde tespit etmiştir ;
Hz. Nuh’un oğulları Ham, Sam ve Yafes.
Ham’ın Oğulları ; Kuş, Mizraim, Put, Kenan.
Sam’ın Oğulları ; Elam, Asşur, Arpaçşad, Lud ve
Aram.
Yafes’in Oğulları ; Türk, Gomer, Mogog, Madai,
Javan, Tubal, Meşeç, Tiras.
Hz. Nuh’un çocuk ve torunlarının isimleri
mutlaka tanıdık gelecektir. Zira Türk kavmine olduğu gibi pek çok kavme isim
babalığı yapan bu isimler, hem dünya medeniyetini yeniden inşa etmiş, hem temel
kültürleri oluşturmuş hem de Dünyanın demografik temellerini atmıştır. Bu
isimlerden en tanıdık gelenleri Elam’ın
başına geçtiği kavim Elamlılar olarak anılmış, Asşur’un başına geçtiği kavim
Asurlular olarak anılmış, Aram’ın başına geçtiği kavim Aramiler olarak anılmış,
Arpaçşad’ın başına geçtiği kavim Araplar olarak anılmış, Türk’ün başına geçtiği
kavimde Türkler olarak günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
Aslında bu bilgi yakın zamanda ortaya
çıkmamıştır. Binlerce yıldır bilinen, Bozkır Türk’lerince efsane olarak babadan
oğula anlatılan bir mitdir ve Selçuklu döneminde Anadolu ya giren Türkler
içerisinde bile anlatıla gelmiştir. Öyle ki Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda
Atatürk tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu da bu bilgiyi Halk dilinden kaleme
almış ve gerçekliği üzerinde araştırmalar yaparak itibar etmiştir. Bu bulgular ışığında Atatürk de Türk’lerin
kökenini Nuh’un torunu Türk’e dayandırmıştır. Bunun yanında ilginçtir ki Bozkır
efsanelerinde söz edilen unsurlara Arap efsanelerinde de rastlanmaktadır.
Birbirleriyle ilk teması M.s. 8. Yüzyılda gerçekleşen Türkler ve Araplar, aynı
efsaneyi bu ilk temastan yüzlerce yıl önce yazıya dökmüştü. Elbette literatür
tarihçileri bu bilgiye efsane ve masal olarak bakmış, itibar etmeyerek ciddiye
almamıştır. Oysaki yakın zamanda ortaya çıkartılan Sümer yazıtları, Hatti
yazıtları, Gılgamış destanı, Arap tarihçilerinin araştırmaları, Etimolojik ve
Arkeolojik bulgular her halükarda bu tezi desteklemekte ve gerçekliğini ortaya
çıkartmaktadır.
Artık bugün, tarafgir nitelikleri açıkça ortaya
çıkmış, yanlı tezleri birer birer çürütülmüş batılı politik tarihçilerin
literatüre geçirdiği kusurlu ve yanıltıcı bilgilere itibar etmek yerine
tarihsel bulguların ve kesinlik kazanmış delillerin bizi ulaştırdığı mantıkla
ortaya çıkan ve bizzat Halkın Tarihiyle teyitlenen bu bilgiye itibar etmeli ve
sahip çıkmalıyız.
Çanakkale Şehitlerine, To Dardanelles Martyrs
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki
dünyâda eşi?
What is that Bosphorus war? Is
there an equivalent to it in the world?
En kesif orduların yükleniyor
dördü beşi.
Four or five of the most dense
armies are pressing
-Tepeden yol bularak geçmek için
Marmara’ya-
In order to go to Marmara finding
a way through the hill
Kaç donanmayla sarılmış ufacık
bir karaya.
To a very small land besieged by
many navies.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar
kapalı!
What a dishonarable gathering,
because of it horizons are overcast.
Nerde-gösterdiği vahşetle ´bu:
bir Avrupalı´
Where is “This is an European.”
with the violance he shows?
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu,
sırtlan kümesi,
This wild, numb hyena group makes
you say this.
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi,
yâhud kafesi!
They came being opened their
cages
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün
akvâm-ı beşer,
Old world, new world, all the
nations of men
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
They are boiling like sand, is it
Armegeddon?, truely it is.
Yedi iklimi cihânın duruyor
karşında,
Seven nations of the world stand
in front of you.
Avusturalya´yla beraber bakıyorsun: Kanada!
You see Australia together with
Canada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Faces are different, languages,
skins are colourful
Sâde bir hâdise var ortada:
Vahşetler denk.
There is a simple thing obvious:
wildnesses are equal
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Some of them are Indian, some of
them are cannibal, I dont know what the heck the others.
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
This disgraceful invasion is a
lowness even for plague
Ah o yirminci asır yok mu, o
mahlûk-i asil,
Oh that 20. century, that noble
thing
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
All of its favored ones are
truely wretched.
Kustu Mehmedciğin aylarca durup
karşısına;
It threw up for months standing
in front of dear Mehmets
Döktü karnındaki esrârı
hayâsızcasına.
It threw out the secrets in its
stomach without shame.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti
o yüz...
If the mask wasnt torn, that face
would be still adorable for us.
Medeniyyet denilen kahbe,
hakikat, yüzsüz.
The whore called civilization is
truely shameless.
Sonra mel´undaki tahribe müvekkel esbâb,
The reasons which cause the
destruction at the cursed
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
They are so terrible, even each
one of them can destroy a land.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Thunderbolts are tearing the
horizons to pieces from the other side
Beriden zelzeleler kaldırıyor a´mâkı;
Earthquakes lift up the depths
from this side.
Bomba şimşekleri beyninden inip
her siperin;
The thunderbolts of bombs are
going down through the brains of every shelter
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
They go out on the chest of those
brave soldiers.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
There are thousands of
underground tunnels like hell under the earth.
Atılan her lağamın yaktığı:
Yüzlerce adam.
And hundreds of men who the mines
thrown burnt.
Ölüm indirmede gökler, ölü
püskürmede yer;
Sky is bringing down death, earth
is spewing out dead.
O ne müdhiş tipidir: Savrulur
enkaaz-ı beşer...
What a terrible blizzard it is,
wreck of men is thrown into the air.
Kafa, göz, gövde, bacak, kol,
çene, parmak, el, ayak,
Head, eye, body, leg, arm, chin,
finger, hand, foot
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak
sağnak.
They hail onto ridges, valleys
Saçıyor zırha bürünmüş de o
nâmerd eller,
Those coward hands in armor are
scattering
Yıldırım yaylımı tûfanlar,
alevden seller.
Floods like thunderbolt volleys,
torrents from fire
Veriyor yangını, durmuş da açık
sinelere,
They are giving fire to chests
open,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Many planes, while going around
in groups.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Missiles splattering cannonballs
are more frequent than cannon and gun.
Kahraman orduyu seyret ki bu
tehdide güler!
Watch the brave army, it laughs
at that threat.
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Neither it wants steel bastions
nor it is afraid of its enemy.
Alınır kal´â mı göğsündeki kat kat iman?
Is a strong faith a fortress
which can be taken?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek
kahrına râm?
Which power can make it bow down
to its oppression?
Çünkü te´sis-i İlahi o metin
istihkâm.
Because that stronghold is an
establishment of God.
Sarılır, indirilir mevki-i
müstahkemler,
The location of fortified
buildings can be surrounded and can be taken
Beşerin azmini tevkif edemez
sun´-i beşer;
The creation of human cant arrest
the will of the humanity.
Bu göğüslerse Hudâ´nın ebedi serhaddi;
As for these chests, they are
eternal borders of God.
´O benim sun´-i bedi´im, onu
çiğnetme´ dedi.
“It is my beautiful creation,
dont allow it to be run over.” He said
Asım´ın nesli...diyordum
ya...nesilmiş gerçek:
I was talking about the
generation of Asım, it is truely a generation:
İşte çiğnetmedi nâmusunu,
çiğnetmiyecek.
Look, it didnt allow its honor to
be run over, it will not.
Şühedâ gövdesi, bir baksana,
dağlar, taşlar...
Look at the mountains and rocks,
they are the bodies of martyrs.
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez
başlar,
Except Rüku, it is impossible to
make heads bow.
Vurulup tertemiz alnından,
uzanmış yatıyor,
He lies down shot from his so
clean forehead.
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne
güneşler batıyor!
For the sake of a crescent, oh
God, many suns set.
Ey, bu topraklar için toprağa
düşmüş asker!
O Soldier who fell down to the
ground for this land!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk
alnı değer.
It would worth it if the
forefathers kissed coming down that clean forehead
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor
tevhidi...
How great you are, your blood
saves the Tevhid.
Bedr´in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Only the lions of Bedir were this
much glorious.
Sana dar gelmiyecek makberi
kimler kazsın?
Who can dig the grave which will
not be narrow for you?
´Gömelim gel seni tarihe´ desem, sığmazsın.
If I said “lets burry you into
history”, you wouldnt fit into
Herc ü merc ettiğin edvâra da
yetmez o kitâb...
That book isnt enough even for
the eras you shook
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
Only eternities can embrace you.
´Bu, taşındır´ diyerek Kâ´be´yi
diksem başına;
If I put Kaba around your head saying
“This is your grave stone”
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
If I heard inspiration of my soul
and wrote it on your stone
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ
namıyle,
Then, If I took vault of heaven
with the Rida name
Kanayan lâhdine çeksem bütün
ecrâmıyle;
If I pulled it to your tomb with
its all stars
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
And if I made it a ceiling to
your shrine open with purple clouds
Yedi kandilli Süreyyâ´yı uzatsam
oradan;
If I sent seven candled Süreyya from there
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş
kanına,
Under this chandelier,covered
with your blood
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem
yanına,
While you were lying down, if I
brought moon light near you at night
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Like caretaker of your shrine, if
I made it wait untill day light.
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz
etsem;
In morning, if I made your
chandelier full of day light.
Tüllenen mağribi, akşamları
sarsam yarana...
If I wrapped the tulle covered
west to your wound at nights.
Yine bir şey yapabildim diyemem
hâtırana.
I wouldnt say that i did much to
honor your memory.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak
savletini,
You, by breaking the attack of
Crucifix people
Şarkın en sevgili sultânı
Salâhaddin´i,
You made the most beloved sultan
of east, Salahaddin
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
An admirer of your greatness like
Kılıç Arslan.
Sen ki, İslam´ı kuşatmış,
boğuyorken hüsran,
You, while disappointment was
sorrounding and choking Islam
O demir çenberi göğsünde kırıp
parçaladın;
You broke and tore that iron
chain into pieces on your chest.
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
You, your name visits stars with
your soul.
Sen ki, a´sâra gömülsen
taşacaksın...Heyhât,
You, if you were burried into
centuries, you would pour out.
Sana gelmez bu ufuklar, seni
almaz bu cihât...
These horizons cant come to you,
this cihat cant embrace you
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Oh martyr son of a martyr; dont
want grave from me
Sana âğûşunu açmış duruyor
Peygamber.
The prophet is waiting you his
arms open.
Thursday, February 19, 2015
Subscribe to:
Posts (Atom)
Mevlana
...
Üzülme, dert etme can.
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan ne mutlu sana.
Elinde olmayanları söyleme bana.
Elinde olanlardan bahset can.
Üzülme.
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış.
Bil ki, güzellikler de var bu hayatta.
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaştırır,
Kaybetmek sabrı öğretir.
Üzülme, dert etme can.
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan ne mutlu sana.
Elinde olmayanları söyleme bana.
Elinde olanlardan bahset can.
Üzülme.
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış.
Bil ki, güzellikler de var bu hayatta.
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaştırır,
Kaybetmek sabrı öğretir.