Based on a true story.... but whose?
Bir Kalbin İçinde Ağlıyor Aşk
Günün birinde sonradan dersine girmemi yanlış anlayan ve arkamdan atıp tutan fakat değer verdiğim bir edebiyat öğretmeni derste şöyle söylemişti "İnsanın aklındakileri kağıda dökmesi kadar zor çok az şey vardır". Ne kadar da haklı, şöyle bi sıksan kafamdan milyonlarca sözcük, cümle akar ama gel gör ki şu klavyenin başına geçince nedense herbiri sanki bana küsmüşcesine bir yerlere saklanmışlar tıpkı Elif Şafak'ın Siyah Süt kitabında kendisinin bile bulamadığı kapıların ardındaymışlar gibi. Yazılacak, söylenecek daha doğrusu itiraf edilecek o kadar çok şey var ki insanın içinden yazmak değil bir kayıt cihazı alıp aklındakileri oraya dökmek istiyor içini ama benim burda az sonra yapacağım şey her zaman yaptığım ve bundan sonrada yapacağım gibi kendime yalan söyleyip, yüzüme gülen adam maskesini takıp sokağa çıkmak ve yatarken bile eşim görmesin diye maskeyi göğsümü açıp yüreğimin derinlerine koymak olacak nasılsa oraya bakmak hiç kimsenin aklına gelmiyor - benden iyi oyuncu olur. Dışardan bakılınca artık nasıl bir görüntü veriyorsak milyoner sanılıyorum sanırım, sanırım insanlar gece gündüz çalışmam sonunda elime geçen paralardan bir yatak yaptırdığımı ve para içinde yüzdüğümü düşünüyorlar. İnsanın sahip olması gereken ama gerçekten sahip olması gereken sadece ve sadece gerçek bir ailedir. Karındaş oldukların senelerce aynı kaba ekmek bandırdıkların aynı sobanın başında soğuktan donan ellerini birlikte ısıttıkların, nasıl bir geçmişten bu günlere geldiğimizi bilenler bile maddi çıkarlar uğruna sana sırt dünüyorsa neden diğerleri seni sırtından hançerlemesin? Şimdi hangi şartlar altında karşındakine güveneceksin, nasıl kendini sevdiklerini emanet edeceksin? Bazen babama çok kızıyorum düşünüyorumda aslında hepsi onun şuçu: öğretmeseydş keşke dürüstlük nedir, haram nedir, kul haklı nedir diye belki o zaman bu kadar acı çekmez bana yapılanlara muadiliyle cevap verebilir ve bir gram vicdan azabı çekmezdim. Ahhh babacığım keşke daha az çalışsaydın da çocuklarına kardeşliğin ne olduğunu öğretseydin keşke zamanında günlerce kuru ekmek yeseydikte şimdi birbirimizi yemeseydik. Duyuyorum maalesef bazen o birşeyler söylüyormuş, benim Amerikaya gitmemden bile rahatsız olmuş meğersem ne olurdu sanki bana sorsaydın da ben söyleseydim sana işin aslını biz aynı rahmi paylaşmadık mı? Bu kadar mı etkiler el oğlu fikirlerini ne olurdu sanki bi kere de beni dinleseydin hiçbirinin senin duyduğun yada inandığın gibi olmadığını söyletseydin keşke telefonu yüzüme kapatmayıp açıklamama izin verseydin. Bir atasözü var "Yemediğin ot başında bitermiş" ömrüm boyunca yaşamak istemediğim olayların başında gelirdi karındaşlarmla mal derdine düşmek ama onu da yaşadım Allah'ım biliyorum beni böyle sınıyorsun ama artık dayanamıyorum alın diyorum almıyorlar bırakın beni diyorum gitmek istiyorum diyorum bırakmıyolar peki ama neden böyle yapıyorlar. Artık yavaş yavaş inandıklarımı da kaybetmeye başlıyorum korkuyorum ki sonunda isyankar olacağım ki o en beteri. Çekip gitmek istiyorum buralardan Yeni Zelandaya başvurdum göçmen vizesi için çünkü harita İngilizce konuşulan en uzak yer orasıydı gidişi olsun ama dönüşü olmasın diye ama o umutlarım da diğerleri gibi tıpkı yıkılan gençliğim gibi kayboldu gitti; reddedildim. Ben herkesi hala seviyorum hala hüsn-i zanetmeye devam ediyorum. Öğretmenliğin bana öğrettiği birşey varsa eğer o da insanları tamamen farklı bireyler olarak kabul etmek ve yaptıklarını bi bildikleri vardır ondan yapıyorlardır diye düşünmemdir. Ben evlendim canımla Dolunay Yüzlümle evlendim ama şimdi bazen düşünüyordum da ben evlenmemişim sadece sevgilimle resmiyet doğrultusunda eve çıkmışım. Kimseden bana hizmet etmesini beklediğim yok kimsenin hele hele eşimin bana hizmetçilik yapmasını beklemiyorum ama arada sırada da olsa evde sıcak bir çorba içmek istiyorum bu eve akşam 11 giriyorsam o evdekini daha rahat ettirmek için 2 işte çalışıyorsam akşam nedir haftasonu nedir diye bilmeden çabalıyorsam bi kase sıcak çorbayı, ütülenmiş bir gömleği hakettiğimi düşünüyorum fakat elime geçen şey ise sadece onlar bize gelince herşeyin onlara seferber edilmesi sadece o zaman sıcak yemek görmek, sohbet etmek. Karşılaştırsak eğer eski benle yeni beni teşbihte hata olmaz derler vakaa eski ben Osmanlının Yavuz'un saltanat dönemiyse yeni ben ise Kurtuluş mücadelisi veren devletsiz Türk milletidir. Eski ben sıcak yemek hasreti çekmez, ütüsü söylemeden yapılır, binbir borç içinde olmayan, karındaşlarınla mal kavgasına düşmemiş en önemlisi huzuru, yüzünde gülümsemesi olan göbeksiz :) bir bendi. Yeni ben ise evde yemeğe hasret pazardan aldıkları çürüdükleri için atılan, öğrenci evi hayatı yaşayan, ailesine yalan söylemek zorunda kalan * -evet anne, çok iyiyiz hiçbir sıkıntımız yok Allaha şükür-, boyundan büyük borcu sırtında taşıyan ama bir teşekkür bile edilmeyen göbekli, en acısı da huzursuz gülmeyi unutmuş bir ben. Hep derlerdi de hadi ordan derdim "ne kadar sıkıntın olursa olsun eve gidip ufaklığın o gülen yüzünü görünce hiç bir sıkıntı kalmıyo" gerçektende doğruymuş, ne de güzel dünyalar tatlısı bir kızım var Almila'm canım Wall-E filminde pis dünyada hayat için yeni bir umut veren o küçük bitki gibi bana hayatta yeni, güzel şeylerin de varolabileceğini kanıtlayan o minik iki dişli şimdilik yürüyemeyen bebek benim bebeğim benim Cesur Yeni Dünyam. 2004 yılıydı bu serüvene başladığımız zaman, ta o zamandan beri acaba 1000 i geçmiş midir alıp başımı gidicem, ayrılmak istiyorum bunaldım ben .... daha falan filan zırvalar, en sonuncusunu alalı 24 saat olmadı ama bu sefer biraz farklı cevabım tamam oldu nasıl istiyorsan öyle olsun canın ne istiyorsa onu yap keyfin bilir, tamam zaten hiç gelmedin ki gidesin kal olduğun yerde ama artık üzme geliyorsan gel yoksa sus otur kapa çenini artık yeter, kızımı ver yeter ne istiyorsan al ama yeter ki sus ve ne yapacaksan yap. Ben bu Shakespeare tiyatrosunda iyi ve salak adam olmaktan sıkıldım anlıyor musun? Bak Othelloya sonu oldu görmedin mi Romeo'yu sevdilerde ne geçti ellerine hepsi öldü sevdikleri uğruna. Ne kadar da çok uğraşsan sonunda ölüm var ve kimin için öldüğün önemli. Shakespeare'ninkiler hepsi bok yoluna gitti, artık gerçek aşkı o gözardı edilen aşkı bulma vaktidir, Şems'in Mevlanın bulduğu onlar kadar olmasa bile en azından o olda olma vaktidir. Vakit O'nunla olma vaktidir.